Programa Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ) Rektörü Prof. Dr. Alptekin Yasım, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Orhan Doğan, İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Abay, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yakup Poyraz, Araştırmacı Yazar Adem Özköse, Doğu Türkistan Vakfı Genel Sekreteri Abdullah Oğuz, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.

Program, saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunması akabinde KSÜ İlahiyat Fakültesi öğrencisi Mustafa Yiğit tarafından okunan Kur’an-ı Kerim tilaveti ile devam etti. Açılış konuşmasını gerçekleştiren 7 Hilal KSÜ öğrenci temsilcisi Ahmet Namlı, dernek faaliyetleri hakkında bilgilendirmelerde bulunarak, gençliğin milli ve manevi değerlerle buluşmasının önemine değindi.

Sancaktar Öğrenci Topluluğu Danışmanı Sami Demirdöğen, selamlama konuşmasında, topluluk faaliyetlerinden bahsederek şunları ifade etti: “Mercek Okumaları kapsamında, kanayan yaramız olan Doğu Türkistan meselesini ele alacağız. Konunun uzmanlarından en doğru ve güncel bilgileri alacağımıza inanıyorum. Bu vesileyle programımızın, mağdur ve mazlum kardeşlerimizin yaşadığı acılara dikkat çekmesini temenni ediyorum.”

Prof. Dr. Alptekin Yasım: “Türkistan Kalbimizde Yara”

Programda konuşan KSÜ Rektörü Prof. Dr. Alptekin Yasım, Doğu Türkistan'ın tarihsel önemine vurgu yaparak şu sözleri kaydetti: “Türkistan, İslam’a nice âlim yetiştirmiş topraklardır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlık mücadelesine giren bu kadim coğrafya, bugün Çin zulmü altında inlemektedir. Din kardeşlerimizin ve soydaşlarımızın sesini duyurabilmek adına, Doğu Türkistan’ın yükselen feryadına bu program vesile olursa ne mutlu bizlere.”

Araştırmacı yazar Adem Özköse: “Hamaset Değil, Hakikat”

Söyleşinin ana konuşmacılarından olan Araştırmacı-Yazar Adem Özköse, Doğu Türkistan’a dair kalıplaşmış söylemlerin ötesine geçilmesi gerektiğini vurguladı. Özköse, dünya genelinde yaptığı gözlemleri paylaşarak şunları söyledi: “100’den fazla ülke gezdim. Gördüğüm en büyük sünnetullah; çiçek bahçesi gibi çeşitlilikle bezenmiş insanlık ailesidir. İstanbul’da Zeytinburnu ve Sefaköy’de Doğu Türkistanlı kardeşlerimizle hemhal oldum. Ne yazık ki, birçoğu aileleriyle yıllardır iletişim kuramıyor.” Bu durum, bana Doğu Türkistan’ın dramını daha derinlemesine incelememe sebep oldu," dedi. Özköse, "Doğu Türkistan coğrafyası, Türk milletinin kadim yurdudur. Fakat maalesef Batı’nın dayattığı ‘Orta Asya’ kavramı, bu coğrafyanın anlamını tam olarak yansıtmamaktadır. Bu yanlış kavramlar, kardeşlik bağlarımızı koparmaktadır," ifadelerini kullandı.

“Esir Türkler” adlı kitabında Doğu Türkistan'daki zulmü belgeleyen Özköse, bölgenin geçmişinden günümüze uzanan dramına ışık tuttu. Uygurların asimilasyon sürecine karşı verdikleri mücadeleye dikkat çekerek, kimlik, inanç ve kültürlerine sahip çıkmalarının Çin rejimi tarafından bir tehdit olarak görüldüğünü ifade etti.

“Alfabeyi muhafaza eden, kendisini Çinli değil Türk-İslam medeniyetine ait gören Uygurlar, asimile olmayı reddettikleri için toplama kamplarına hapsedildiler. Bu kamplar, bireyi kimliksizleştirme, yani ‘mankurtlaştırma’ projesidir.”

Tarihten Günümüze: Doğu Türkistan Gerçeği

Konuşmalarda, 1865’te kurulan Kaşgar Devleti’nin Osmanlı Hilafeti’ne bağlılığını bildirmesi, 1933 ve 1944’te kurulan kısa ömürlü Doğu Türkistan İslam Cumhuriyetleri gibi tarihi gerçekler hatırlatıldı. Alihan Töre gibi İslam alimlerinin önderliğinde sürdürülen bağımsızlık mücadeleleri, Çin-Rus ittifakıyla bastırılmış ve nihayetinde bölge, 1949’da Çin’in tam kontrolüne girmişti. Bugün, kültürel baskılarla, demografik yapının değiştirilmesiyle, evlere Çinli memurlar yerleştirilerek yürütülen “kültürel yakınlaşma” politikalarıyla bir halkın kimliğinin silinmeye çalışıldığına dikkat çekildi.

Doğu Türkistan’da yaşanan insan hakları ihlalleri üzerine düzenlenen konferansta söz alan Doğu Türkistan Vakfı Genel Sekreteri Abdullah Oğuz, yaptığı çarpıcı konuşmayla Çin’in uyguladığı zulmün tarihsel, kültürel ve siyasi boyutlarını derinlemesine analiz etti.

“Bu mesele yalnızca Doğu Türkistan’ın değil, tüm insanlığın vicdan sınavıdır” diyerek konuşmasına başlayan Oğuz, Çin’in tarihsel propagandasının nasıl bir yanılsama oluşturduğunu vurguladı:

Çin’in uyguladığı sistematik propagandanın, zulmün entelektüel altyapısını gizlediğini belirten Oğuz, şu ifadeleri kullandı: “Size asla bu soykırımı ve onun zihinsel temellerini sorgulatmazlar. Çünkü bu, onların en başarılı manipülasyon taktiğidir.”

Oğuz, konuşmasında Çin’in zulüm anlayışının köklerine de dikkat çekti. “Kendinden zayıfa merhamet etmeyen bir medeniyetten bahsediyoruz. Hayvanlara dahi canlı canlı işkence eden bir kültürel arka planın, insana neler yapabileceğini düşünün.”

Bengü TAŞ’tan Bugüne: Unutulmaması Gereken Uyarı

Bin yıllık bir unutulmuşlukla mücadele ettiklerini belirten Oğuz, Orhun Yazıtları'na da atıfta bulundu: “Atalarımız, Bengü Taşlar’a bu milletin zalimliğini yazmıştı. Bugün yüzü ipek gibi tatlı, arabası ucuz bir Çin algısıyla karşı karşıyayız. Fakat Mao’dan Xi Jinping’e kadar gelen kültürel aktarım kesintisiz şekilde sürüyor.”

Çin'in komşularıyla yaşadığı gerilimlere değinen Oğuz, yalnızca Pakistan hariç tüm Müslüman komşularıyla sınır sorunları yaşayan bir devletin, içte de barış üretmesinin mümkün olmadığını vurguladı. 

Ayrıca Çin'in içindeki Müslüman topluluklara yönelik farklı politikaları da karşılaştırmalı olarak aktardı: “Hui Müslümanları, tarihsel asimilasyonla Çinli haline getirilmiştir. Bu nedenle sorun olarak görülmüyorlar. Ama Doğu Türkistanlılar kendi alfabelerini ve kültürel miraslarını korudukları için ağır baskıya uğruyorlar.”

“Çin Devleti Parti Yönetimindedir”

Çin’in siyasi yapısına da dikkat çeken Oğuz, demokrasinin bu ülkede sözünün edilemeyeceğini ve komünist partinin anayasal olarak devletin üzerinde olduğunu belirtti. “Çin’de üç koltuk vardır; en önemsizi devlet başkanlığıdır. Esas güç, Komünist Parti Merkez Komitesi Genel Sekreterliği ve Merkezî Askeri Komite Başkanlığı’ndadır. Ülkeyi yöneten ise 7 kişilik Daimi Komitedir.”

Programda ayrıca Çin’in otoriter yönetim geleneğine de dikkat çekildi. Tarih boyunca kendi halkı üzerinde baskı kuran Çin yönetim anlayışının, Qin Hanedanı’nın kurucusu ve Çin’in ilk imparatoru olarak bilinen Kral Zheng ile başladığı ifade edildi. Konuşmacılar, bu yönetim anlayışının Mao Zedong’dan günümüze dek kesintisiz bir şekilde aktarıldığını, günümüzde ise Çin Komünist Partisi Genel Sekreteri Xi Jinping liderliğinde daha da sistematik hale geldiğini vurguladı. Çin'deki siyasi sistemin, anayasal düzlemde devletin değil Komünist Parti’nin yönetim erkini elinde bulundurduğu bir yapı üzerine kurulu olduğuna dikkat çekildi. Bu sistemin, Doğu Türkistan’da yaşanan insan hakları ihlallerinin temel ideolojik kaynağını oluşturduğu belirtildi.

Tarihi arka plana değinen Oğuz, Mao dönemindeki baskıları ve Mao’dan sonra yaşana kısa süren özgürlük dönemlerini hatırlatarak şöyle dedi: “Mao zulmü 1946’da başladı ve 1978’e kadar sürdü. Ancak 1978–1990 arasında Doğu Türkistan’da cami sayısı 50 bine ulaştı. Bu, kısa süreli bir nefes alma dönemiydi.”

Xi Jinping Dönemi ve Değişen Küresel Çin Stratejisi

2012 yılında Xi Jinping’in göreve gelişiyle Çin’in küresel politikasının değiştiğini ve Kuşak-Yol Projesi ile agresifleştiğini belirten Oğuz, ABD’nin bu süreçteki rolüne de sert eleştiriler getirdi: “ABD, 1971’den 2013’e kadar Çin’i desteklemiş, Doğu Türkistan’daki zulme göz yummuştur. 11 Eylül sonrası Müslümanlara karşı başlayan küresel çatışma, Çin’in zulmüne uluslararası meşruiyet kazandırdı.” 

Çin ekonomisine dair genel kanaatlere de eleştirel yaklaşan Oğuz, sosyal medyada yer alan olumlu algının aksine ciddi ekonomik krizlerle boğuşulduğunu belirtti. “2010’dan bu yana büyüme sürekli düşüyor. İç borç oranı %265’e ulaşmış durumda ve bu borç, Çin ekonomisinin altındaki bir saatli bomba gibi.”

Çin'in "Borç Tuzağı Diplomasisi"ne de dikkat çeken Oğuz, Çin’in gelişmemiş ülkeleri borçlandırarak limanlarına el koyduğunu ve askeri üsler kurduğunu ifade etti. Myanmar’da yaşanan Müslüman katliamlarında da ‘Kuşak Yol Projesi’ için Çin’in doğrudan rol oynadığını söyledi.

Türkiye-Çin Ticareti: “Sanayimizi Geliştirmiyor, Bizi Borçlandırıyor

Türkiye-Çin ticari ilişkilerine dair de uyarılarda bulunan Abdullah Oğuz, Çin ile yapılan dış ticaret açığının her yıl arttığını belirterek günümüzde 41 milyar doları aştığını belirterek şunları söyledi: “Çin'den ithal edilen mallar, ülkemizin sanayisini geliştirmemekte, yalnızca Çinli işçilere katkı sağlamaktadır. Bu ithalat modeli, üretimimizdeki kalkınmayı baltalamakta ve döviz ihtiyacımızı arttırarak bizi uluslararası Siyonist finans lobilerine mahkûm etmektedir.”

Oğuz konuşmasını şu ifadelerle sonlandırdı: “Bugün tercih edeceğimiz her ürün, özelliklede ağır sanayi ürünleri ya adaletsizliğe ortaklık ya da Doğu Türkistan’ın özgürlüğüne bir adımdır. Türkiye’nin menfaatleri, üretim odaklı, ahlaki ve bağımsız bir ekonomik stratejiyi zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle ithalat tercihleri yeniden gözden geçirilmeli; sadece ticari değil, vicdani bir seçim yapılmalıdır.” 

Programda dile getirilen en önemli mesaj, Doğu Türkistan meselesinin sadece bölgesel bir sorun değil, tüm insanlık için bir vicdan sorunu olduğuydu. Katılımcılar, Çin’in uyguladığı kültürel asimilasyon ve soykırımla mücadele için daha fazla bilgi edinme ve aksiyon alma gerekliliğini vurguladılar.

İtfaiyecilere Hayat Kurtarma Teknikleri Uygulamalı Olarak Anlatıldı İtfaiyecilere Hayat Kurtarma Teknikleri Uygulamalı Olarak Anlatıldı

Konferans, günün anısına çekilen toplu fotoğrafla sona erdi.