Artık tavırlarından, sinirli olmasından, sesini yükseltmesinden, yumuşak başlı görünmek istemesinden, kısacası davranış şekillerinden ve beden dilinden ruh haline ilişkin ipuçları almaya başladık sanırım. Çünkü; Sayın Başbakan kendini tekrara başladı.

Son günlerde iki ciddi mevzu ülkenin gündemine bomba gibi düştü. Kamuoyu bunları enine boyuna tartışmaya başladı. Tabirimi maruz görün tam olarak, “Yalancının mumu yatsıya kadar değil, internete düşene kadar yanar” sözünü doğrular mahiyette, sözler ve konuşmalar internete düşmeye ve tartışılmaya başlar başlamaz süreç ile ilgili  her şey ayan beyan ortaya çıkmaya başladı. Sayın Başbakan bundan rahatsızlık duymaya da başladı. Çünkü her iki konuda da taraflar arasında gizliliği olan ve arka planda tartışılan mevzular  el altından da internete yada medyaya servis edilmeye başlandı.

Dillere pelesenk olan “Barış Süreci” tabiri ilk tartışma konusu oldu, Kamuoyu tarafından “savaş mı yapıldı ki?” sorusu ortaya atıldı. Gerek iktidar partisi milletvekillerinin gerekse yandaş medyanın bu duyarsızlığı; maalesef ”Barış Süreci” tabiri yaygınlaştırmaya ve PKK’nın istediği propagandaya alet olunmaya başlandı.

Öte yandan;  Hükümet ve PKK temsilcilerinin kendi  aralarında ve gizlice arka planda konuştukları ifşa edilmeye başlandı. Bu süreçle ilgili iktidarın söyledikleri ile gerçeklerin farklılığı dikkat çekmeye başladı. İktidar PKK silah bırakacak dedi; öyle olmadığı anlaşıldı. PKK sınır dışına çıkacak dedi, sınır dışına çıkışla ilgili PKK’nın ön şartları olduğu ortaya çıktı. İktidar; PKK artık bölünmeyi istemiyor dedi, Kürtlere statü vaat edildiği konuşulmaya başlandı. İktidar PKK  Öcalan’la ilgili af talebinde bulunmuyor dedi, PKK için APO’ya özgürlük “olmazsa olmaz” şart olduğu  ortaya çıktı. PKK yurda nasıl girdiyse öyle çıkacak dendi, (belki de en ilginci bu) PKK, Kanunsuz Çıkmam dedi(sanki kanunla kurulmuş bir organizasyon ya!!!). Öcalan’ın Nevruz bildirisine müdahale edildi ve  İslam kardeşliği bildiriye kondu, adamlar “ biz Marksist bir düşüncenin ürünüyüz nerden çıktı bu”  dedi. Velhasıl,  hükümet bu süreçte de bodoslama duvara tosladı ve her sözü kof çıktı

Gündeme düşen diğer  önemli konu da  İsrail’in “Özür dilemesi” idi. Hükümet bir keyif  bir başarı sarhoşu olduk ki sormayın; neredeyse Kızılay meydanında gündüz gözüne havai fişek atacaklardı. Bu kez insanlar  erken uyandı ama, AB’ye girdik diye 6-7 önce gündüz vakti Ankara’nın göbeğinde  havai fişek atılmasını hatırladı. Milleti o gün de coşturmuşlar palavradan zafer sarhoşu etmişlerdi de o tarihten bu güne, değil AB’ye girmek, o güne kadar devam eden  müzakereler bile o tarihten sonra birden kesildiği hatırlanmıştı.

Özür işini de kurcalamaya başlayınca, 2010 yılında kabul edilmeyen sözde özür bu kez yeniden ısıtılmış pilav mukabilinden yeniden sunulduğu ve o tarihteki ret edilen Özür metninin aynısının  yeniden dilendiği ve bu kez kabul gördüğü anlaşıldı.

Halbuki; hafızalarımızı yokladığımızda, Türkiye o tarihte “Mavi Marmara” gemisine Uluslararası sularda müdahale edildiğini, bunun KORSANLIK olduğunu ve  şehit edilen kardeşlerimizi de kasten öldürüldüğünün kabulünü bu yüzden müdahale eden askerlerin yargılanmasını istiyordu, İsrail ise “Mavi Marmara” gemisine düzenlenen operasyonda bazı hatalar yaptıklarını söylüyor ve bu hatalar nedeniyle özür dileriz diyorlardı. Yani pişmanlık sadece operasyonda yapılan hatalara dairdi. Yapılan korsanlıkları legal görüyorlardı.

Bu günkü özür içeriğinin,  o tarihte bizim kabul etmediğimiz bir özür içeriği olduğu ortaya çıkmıştı. Bu gerçek ortaya çıkınca da Hükümet üyeleri ve Başbakan bunalmaya başladı. Hükümet, İsrail ölen şehitler için milyonlarca dolar tazminat ödemek zorunda dedi, ödenecek tazminatların kişi başı ortalama 75.000 dolar civarında olacağı ortaya çıktı.

Velhasılı kelam mı; hükümet bizi, bu güne kadar yaptığı gibi, bu iki konuda da aldattığı; ancak; bu kez yalanlar Türk Milleti tarafından  erken fark edildi. Eskiden hükümet her sıkıştığında suni gündemler yaratırdı, hatırlayın neydi onlar; doğum Sezeryanla olmasın, kürtajı yasaklayalım, BDP’lilerin dokunulmazlığını kaldıralım, hatta APO’yu asalım türünden kamuoyunu oyalamaya dönük gündem suni gündemlerdi. Şimdi de tam zamanı diyorum, belki de geç kalındı, gündem ne zaman ve hangi konu ile değiştirilecek derken Sayın Başbakan bizi yanıltmadı ve bombayı patlattı; “eyalet sistemi güçlü devletlerde sorun olmaz, 2023 yılında Başbakan olursam bunu öneririm” dedi. Hadi Türkiye şimdi bu mevzuyu tartışın bakalım…

Hakikaten de; Sayın Başbakan gündem belirlemede ve insanlara istediğini kabul ettirmede, sözlerine(yalan –doğru fark etmez) inandırmada mahir. Keşke bu maharetini kendi geleceği için değil de  ülke geleceği için kullansa inanın çok farklı olur. Kendisi gibi düşünenden başkasına hayat hakkı tanımayan Başbakanın hiç mi iyi tarafı yok diyeceksiniz? Var elbette,  saydık ya maharetlerini;  bunları Vatan, Millet, Ülke geleceği, Birlik ve beraberliğimiz için kullansa inanın ben de kendisinden özür diler, söylediklerimi geri alırım.

Geçenlerde internette dolaşırken bir söze rastladım çok hoşuma giden  bu sözü de sizinle paylaşmak istedim. Şöyle idi “NEFESİ OLMAK İSTİYORUZ KALBİ VATAN İÇİN ATANIN, SESİ OLMAK İSTİYORUZ TOPRAKTA KEFENSİZ YATANIN”  Allaha emanet olunuz.