Son bir haftadır Kahramanmaraş gündemini en çok meşgul eden konu 13 Temmuz Pazar günü şehrimizde yaşayan Suriyelilere yönelik şiddet eylemleri ve bu eylemlerin yansımaları olmuştur.

Konu neresinden ele alırsanız alın iki ucu keskin bıçak gibi her iki tarafa da zarar veriyor.

Bir yanda ülkelerindeki iç karışıklardan dolayı can güvenlikleri kalmadığından öz vatanlarını terk etmek zorunda kalan insanlar diğer yanda Kahramanmaraş halkı.  

Bu olayların şehrimizde yaşanmasını kim kimse istemezdi. Olaylara sevinen ‘’oh olmuş’’ diyen tek bir Kahramanmaraşlıya rastlamadım. Yanlışı savunan yok.  

Ama Kahramanmaraş halkı dertli, Kahramanmaraş halkı isyanda, Kahramanmaraş halkı kendilerine kulak veren ‘’ne oluyor’’ diye soran kimse olmadığı için üzüntülü, kalbi kırık. Başbakanımız bile ‘’nasipsizler’’ yaftasını Maraşlının boynuna asıverdi ya buna kırılan çok sayıda vatandaşımız var.

Sahi Maraşlılar nasipsiz mi?

Yoksa birileri yine bu şehrin insanını kurban mı seçti? İstanbul’da entel kahvelerde oturup, Ankara’da fildişi kulelerden aşağıdaki insanlara bakıp Kahramanmaraş hakkında ahkam kesmek kolay. Sağda –solda nutuk atan bu şehri yaftalamaya çalışanlardan kaç tanesi gelip Kahramanmaraş’ta yaşayan Suriyeliler ile ilgilendi. Burada herkesin huzurunda soruyorum, Yazar, araştırmacı, Ortadoğu uzmanı, Ortadoğu’da gitmedik ülke bırakmayan Abdurrahman Dilipak Maraşlı olmasına rağmen şehrimizde yaşayan Suriyeliler ile ilgili bir şey yapmak için kaç defa Kahramanmaraş’a geldi. Kendisine akil adamlar içinde yer bulan Ahmet Taşgetiren madem kendilerini kanaat önderi gibi görüyor o halde gelsin doğduğun topraklara üzerine düşeni yerine getirsinler.

Madem bu eylemlerin neden çıktığını merak ediyoruz. Öyle ise aşağıdaki sorulara doğru cevaplar verebilmeliyiz. Öncelikle idarecilerimizin ‘’Suriye politikasının neresinde yanlış yaptık’’ sorusuna cevap ararken şu ve benzer soruları da kendilerine sormaları lazımdır.

 -Suriye’de karışıklıklar başladığında bu durumun ne kadar süreceği doğru tahmin edebildik mi?

-Bu karışıklıklar neticesinde gelebilecek göçmen sayısını doğru tahmin edebildik mi?

-Bu kadar insanı kabul edebilecek kadar harcama yapmaya Devlet imkânları müsait mi?

-Süre uzadıkça bu insanların yerli halk ile entegrasyonunu sağlamak için ne çalışma yapıldı?

-Türkiye-Suriye sınırında güvenlik için alınacak önlemler tam manası ile alınabildi mi?

10 ilimizde kurulan çadır kentler yeterli olmayınca Suriye’den gelen insanlar Türkiye’nin dört bir yanına dağıldı. Bu sığınmacıların eğitim, sağlık, barınma, geçim sıkıntısı gibi sorunlarına çözüm olacak hiçbir adım atılmadı. Kendi kaderlerine terk edildiler. Kimisi karın tokluğuna iş buldu çalıştı, kimi yardım toplamaya başladı, kimi çok düşük ücretle iş buldu. Birçoğu daha önce ev diye kullanılmayan yerlere fahiş kiralar ile başını soktu yine de kimsin diyen olmadı.

Hiçbirimizin bu insanlardan bazılarının sebep olduğu asayiş olaylarını gündeme getirmeye hakkı yok.

İnsanlar bu kadar sıkıntı içindeyken bu başıboşlukta ne olmasını bekliyorduk ki?  Bu insanları tüm zamanlarını komşularından gelecek bir taş çorbayı, bir hırkayı bekleyerek geçirmeye kim mahkûm etti.  Bu soruya doğru cevabı verebilirsek sorunları da çözeriz. Yoksa Kahramanmaraş örneğinde olduğu gibi olayların altında provakatörler, muhaberat ajanları, Ergenekon denilen yapı, vb. bir dolu kişi kurum arar ama boşuna zaman harcar doğruyu bulmak yerine kendimizi avuturuz.

Türkiye’nin Suriyelilere karşı uyguladığı açık kapı politikası tam manası ile çökmüş durumda. En başta yapılması gereken düzenli kayıt sistemi oluşturulamadı. Devletin ilgili birimleri bile ülkedeki kaç Suriyeli olduğunu, nerde kaldıklarını, nasıl geçindiklerini, sağlık hizmetlerinden nasıl faydalandıklarını bilmiyor.  Bu arada en büyük sıkıntılardan biri de sağlık konusunda. Hangi sağlık kurumuna giderseniz gidin bekleme süreleri artmış durumda. Nedeni kuruma müracaat eden çok sayıdaki sığınmacı. Uluslararası camiadan Türkiye’de olup bitenlere ilgi duyan tek kuruluş yok. Yine iş başa düştü misali her şey Türk halkının omuzlarına kaldı.  Diğer yanda yanmış yıkılmış bir Suriye var. Tabiri caizse taş taş üstünde kalmamış. Bu insanların geri dönüş umutları da yok anlayacağınız. O halde bu insanların toplum ile entegre olmasını sağlayacak düzenlemelerin en başta da geçici de olsa resmi çalışma izinlerinin verilmesi şart olmuştur. Bu sayede refah düzeyleri bir nebze olsun artmış olacaktır.

Son günlerde şehrimizde yeniden vücud bulmuş iki kelime var. ‘’Ensar ve muhacir’’ bu kelimelerin yerli yerinde ve tam manası ile kullanılması ağızlara sakız edilmemesi gerekir. Sözünü ettiğimiz insanlar asab—ı kiramdır. Allah Resulünün yoldaşlarıdır. Bizler ancak o örneklerden faydalanıp rol kapmaya çalışırız. Ama onların devesinin ayağındaki toz zerresi bile olamayız.  Paylaşmak güzel ama her zaman herkesle. Planlama ve program yapmaktaki yetersizliğimizi dini motifler kullanarak kapatmaya çalışmak göz boyamaktan başka bir şey değildir. Musul’da, Kerkük te IŞİD zulmü altında yok edilmeye çalışılan Türkmen kardeşlerimizde yardım bekliyor.  Türkmenlerin yaşadığı bölgelere Ülkü ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı dışında yardım götüren var mı acaba.

Allah’tan dileğim Kahramanmaraş  bu tür olaylar ile bir daha imtihan edilmesin.  Dualarımız Suriye’deki çatışmalarda hayatlarını kaybeden insanlar, yardıma muhtaç Türkmen kardeşlerimiz için. Umudumuz Tüm İslam âleminin ve Türk yurtlarının huzura,  barışa ve refaha kavuşması üzerinedir.