BEN bu samimiyetsiz kutlamalardan, şablon açıklamalardan, son derece pespaye sözlerden bir türlü hoşlanamıyorum. Bu nedenle de farkındayım hep sevimsiz olan ben oluyorum.
İşte önümüzdeki hafta yine bir “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü” kutlanacak. Bir kısım meslektaşlarım dahil bir çok kişi bu günü “Dünya Çalışan Gazeteciler Günü” diye bilse de, aslında olay farklıdır ve bu gün sadece Türkiye’de kutlanır.
Tam da seçim yılındayız ya! Şimdi adaylık için yanıp tutuşanlar başta olmak üzere bir ucundan da olsa medyada görünmek isteyenler o şablon açıklamaları yapacaklar, bazıları belki bir kutu çikolata, belki de Mahmutpaşa’dan toptan olarak tanesini 5 liradan aldıkları kravatları janjanlı ambalajlar ile gazete ofislerine gönderecekler.
Aslında bugün, 12 Mart müdahalesine kadar “bayram” olarak kutlanan 10 Ocak tarihi, öyle yemeklerin yeneceği, banal kutlamaların yapılacağı bir gün değil maalesef.
Ukalalık saymayın, hani bilmeyen varsa hatırlatmak için söylüyorum, bizim taklalar atarak kutladığımız bu günün dünyayla falan da bir alakası olmadığı gibi, 10 Ocak 1961 tarihi, gazetecilerin halen daha edinemedikleri haklarına kavuşturmayı vadeden “212 Sayılı Yasa”nın 4 Ocak’ta kabul edilmesinin ardından, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği gündür.
Türk basın tarihinin kalbi sayılan Babıali’de “Dokuz Patron Olayı” olarak anılan ve o dönemin İstanbul’da basılan 9 gazetesinin, bu yasaya karşı üç gün çıkmama kararının uyguladığı ilk gündür de.
Hem politikacılar hem de meslektaşlarımız azcık araştırma yapsalar, az yazıp çok okusalar, bugünün aynı zamanda, patronların bu tepkisine, birlik olarak karşılık veren gazete emekçilerinin “Basın Gazetesi” adıyla, patronlara karşı haklarını savunmak için gazete çıkardıkları ilk gün olarak da tarihe geçtiğini de öğrenebilirler mesela.
Patronların, çıkarlarına ters düştüğü için manipülasyon yaparak, basın ile ilgili düzenlemeleri içeren yasaların, basını tehlikeye düşürdüğünü açıklamaları üzerine, gazetecilerin işin aslını topluma anlatmak için gazete çıkarmalarına şahit olunmuştur. İşte bu yüzdendir ki, medyanın görevi toplumu bilgilendirmekse de, gazetecinin görevi, önce bilinçlenmek sonra da toplumu bilinçlendirmektir.
Zira “terzi kendi söküğünü dikemez” misali, aslında en çok gazeteci haksızlığa uğrar da, toplumun hakkını aramaktan kendisine fırsat bulamaz. Bu yüzden 10 Ocak, bizler için kutlama değil, hak arama günü olmalı.
SÖZÜM BELEDİYE BAŞKANLARINA!
MESELA özellikle şunu sorgulamalıyız! Bize kutlama amaçlı bir kutu çikolata gönderen Belediye Başkanları gerçekten samimi olarak basını desteklemek istiyor mu istemiyor mu?
“Bu düzen böyle gelmiş, böyle gider bende günümü doldurup eyvallah” derim demiyorsanız gelin samimi bir şekilde radikal bir karar alın lokal basını icraatla destekleyin.
Mesela yerel medyanın haksız rekabetten korunması, asli görevlerinden biri de kentteki ticari hayatı düzenlemek olan belediyelerin, yerel medyanın ekmek kapısının önüne mantar gibi çoğalan reklam tabelaları, koca koca totemler koydurmaması, her isteyene broşür-ilan dağıttırmaması lazım.
Hele ki açık hava reklam alanları, birtakım kişilere üç paraya kiraya verilerek, yerel medyanın önüne koca koca sermayeler çıkarılmasından, biran önce vazgeçilmeli.
Söz meclisten dışarı özellikle küçük yerlerde Belediye başkanlarımızın, kendilerine yakın gördükleri ama ne gazeteciliği yaptığı belli olmayanları destekleyerek beslemeleri de bir başka handikap. Sonra makineni nereye çevirsen, bir gazeteciye (!) çarpıyor.
Sayın Belediye Başkanlarım! Var mısınız bu bozuk düzeni değiştirmeye ve gazeteciler gününü yaptırımla kutlamaya?
* * *
04 Ocak 2015 tarihli Habertürk Gazetesi, Güneyli ekinde çıkan Yener Atlı'nın köşesinden alınmıştır.