Sevgili Okuyucular, İlkokul’dan sonra özellikle orta öğretimden beri okuduğum kitaplar muhalif bir gazeteci tipi süregelmiştir ve oluşturmuştur kafamda.

Siyasi iktidarlarla, partilerle, askerlerle, dikta rejimleriyle uzlaşamayan ve ülkesini sahiplenmeyenlere karşı her dönemde muhalif olan bir gazeteci ve adam tipi.

Hatta bırakın siyasi iktidarı, ülkedeki çoğunluk ahlakına bile aykırı düşen, yerleşik değer yargılarını altüst etmesin bilen bir adam.

Bu gazeteci ve adam tipi çoğunlukla yalnız kalır, bedel öder ama kafasını ve gönlünü kimseye kiraya vermez…

Dünyada ve ülkemizde her dönemde bedel ödeyen gazeteciler ve adam gibi adamlar aklıma geliyor.

Bizim önümüzdeki örnekler bunlardı ve var olma biçimimiz de bu modele göre şekillendi.

Askeri dönemlerde baskı ve zulümlere maruz kaldık. Sivil iktidarlar zamanında da muhalif olmanın onurunu ve sıkıntılarını birlikte yaşadık.

“Asker ya da sivil her iktidar çürür ve haksızlık yapar. Okuryazar adamın görevi bunlara karşı çıkmaktır“ diye öğrendik.

Biz gazeteci ve adam olmayı böyle belledik…

Bağımsız, muhalif, bireyin hakkını savunan; gerektiğinde genel ahlaka bile aykırı düşmekten çekinmeyecek bir insan olarak.

Ama bakıyorum son yıllarda ülkemiz’ de bu anlayış hızla değişiyor. At izi, it izine karışmış durumda.

Bir takım gazeteciler ve kendisini adam yerine koyanlar, kendilerini iktidarlara ve çoğunluk ahlakına uydurmaya çalışıyor, yanaşma durumuna düşürüyor kendi kendini.

Çoğunluğu sarsmaya, uyarmaya çalışan değil kendini onun ölçülerine uyarlamaya çalışan uysal, törpülenmiş, yaşlanmış, dünya nimetlerine dalmış, huzurlu bir gazeteci tipi.

Doğrusu ben muhalif kalmanın huzursuzluğunu böyle bir huzura her zaman tercih ederim.

Çünkü asker olsun, sivil olsun; her iktidar çürür, dökülür ve bir gün kendisini başka mekanlarda bulabilir.

Buna erkeğin kadın üzerindeki iktidarı, din ya da etnik kökenli çoğunluk baskıları da dâhildir.

Benim için önemli olan, bilinçsiz çoğunluklar değil, bilinçli azınlıklardır.