Usta Kalemlerin her yönüyle Kahramanmaraş’ı anlattığı dergide, KEV Başkanı Mahmut Beyazıt’ın başyazısı ve Kahramanmaraş Valisi Vahdettin Özkan, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediye Başkanı Fatih Mehmet Erkoç ve KSÜ Rektörü Prof. Dr. Durmuş Deveci’nin de gözünden Maraş ve Kahramanlık destanı anlatılmış.
Ayrıca dergide, birçok Sivil Toplum Örgütünde Yöneticilik yapan, Kahramanmaraş Mutfağının Lezzetlerini kitaplaştıran, araştırmacı ruhu ve sorumluluk bilinciyle sorunlara kayıtsız kalmayan Emekli Öğretmen Sabahat Küpelikılıç’ın iki yazısına birden yer verildi.
Kahramanmaraş’ın tarihinden kültürüne, sosyo-ekonomik yapısına kadar yer verilen bu dergiyi eğer okumadıysanız mutlaka okumanızı tavsiye ediyoruz.
Derginin hazırlanıp yayınlanmasında emeği geçen herkesi kutluyor ve Eğitimci Sabahat Küpelikılıç’ın araştırmaları sonucu, akıcı üslubu ve güzel Türkçesi ile kaleme aldığı iki kıymetli yazısını siz değerli okuyucularımızla aynen paylaşıyoruz.
TARİHLERİ İNŞAA ETTİEREN MARAŞ’TAN KAHRAMANMARAŞ’A
İç alemin ölçüsüz zenginliği var,
Yok, gösteriş onda, ruh zenginliği var,
İçmekte Maraş Pınarbaşı’ndan Kevser,
Nurlar dağıtan birde Güvercinlik’i var.
Maraş Türkiye’nin kalem kaşıdır,
Maraş Türkiye’nin köşe taşıdır,
Maraş tarihleri inşaa ettiren,
Koca Sinanların ustabaşıdır.
Arif Nihat ASYA
Bir beldenin özellikleri ancak bu kadar özlü anlatılabilir. Birkaç kitabı dolduracak kadar bilgi içeren bu iki dörtlük büyük şair Arif Nihat Asya’nın Kahramanmaraş’ı anlatan şiiridir.
Maraş’ın Türkiye’nin köşe taşı olmasını sağlayan özellikleri, karşınıza güzellikler şeklinde çıkar daima. Sahip olduğu ayrıcalıklı coğrafi konumu ve iklimler arası kavşak noktası durumundaki ılıman havasının yaz kış sunduğu konfor, dört mevsimin belirgin olarak yaşanabilmesinin kazanımı olan eşsiz zenginliklerle dolu flora ve faunası, sahip olduğu akarsularla Türkiye’nin en önemli su havzası durumunda olması, bereketli ovası, hayvancılığa müsait dağları, doğal güzellikleri kısacası yaşam için gerekli özellikleri bünyesinde fazlasıyla bulundurması insanların gözünden kaçmamış… Vee.. tabi ki bu güzel coğrafya, burada yaşamak ve yurt edinmek amacında olan insanlar arasında amansız mücadelelere neden olmuştur. Mücadeleyi kazanarak belirli sürelerde var olma başarısı gösterebilen halklar, geçmişten günümüze bölgenin sahip olduğu özellikleri değerlendirerek çok güzel bir yaşam biçimi ve toprağın sunumlarını ateşle işleyerek tartışılmayacak lezzetlerle dolu bir mutfak kültürü oluşturmuşlardır.
Ekosistem olarak sahip olduğu besin zinciri halkalarının eksiksiz, alternatifli ve sürekliliği nedeniyle tüm canlılar için iyi bir yaşam alanı ve elbette insanlar için de gözde bir yerleşim yeridir Kahramanmaraş. Dünya’nın sayılı su havzalarından birisi Türkiye ise, Kahramanmaraş’ta Türkiye’nin en önemli su havzasıdır. Endemik bitkileri ve bitki örtüsünün oluşturduğu yaşam alanlarında var olan canlı çeşitliliği ile ‘’Türkiye’nin kalem kaşıdır Maraş’’
Zaman zaman el değiştirerek Tarih öncesi ve tarih sonrası zamanlarda bir çok medeniyetlerin yaşadığı ve yaşanmışlıkların toplamından süzülüp gelen sim sırması, Maraş Filesi, suzenisi, kuyum sanatı yani altın işlemeciliği, saraciyesi, ahşap oymacılığı, tarım ve hayvancılık ürünleri, biberi dondurması, yemekleri, sofra adabı, yaşama dair her şeyi içinde barındıran kültürel değerleri ile ‘’Türkiye’nin köşe taşıdır Maraş’’
Osmanlı Devleti ve milletinin Sahip olduğu yer altı ve yer üstü zenginliklerinin farkında olmayıp, batılının Anadolu’nun neresinde ne var olduğunu bilmeleri; özellikle arkeolojik zenginliklerin bir çoğunu çeşitli bahanelerle sahiplenerek ülkelerine taşımaları; yer altı zenginlikler için ise, Birinci Dünya savaşı sonrası, büyük bir aç gözlülük ve iştahla koca imparatorluğu kendi aralarında ailelerinden kalma bir miras gibi pay ederek topraklarımızı işgal etmelerinin nedeni nedir acaba? 11. yüzyılda ortaya attıkları Haçlı anlayışı ile savaşarak elde edemedikleri toprakları; kesinlikle birkaç gün- hafta- ay- yılda oluşamayacak sahip olma içgüdüsüyle miras paylaşır gibi paylaşmalarının altında yatan gerçek bence, Avrupalının Anadolu’yu tanımlamak için kullandığı ‘’Tanrıların yürüdüğü topraklardır Anadolu’’ ifadesine gizlidir.
Avrupalıların ifadesindeki Tanrılar; Anadolu’da yürür de Maraş’a uğramaz mı hiç? İşte miras gibi paylaştıkları topraklardan Maraş’ta Fransızlara verilir. Evet aynen atasından-- dedesinden kalmış bir tereke gibi… Hem de yerli işbirlikçi Ermenilerin heyecanlı tezahürleri ile karşılanarak şehre girer Fransızlar. Ancak kısa bir süre sonra 12 ŞUBAT 1920 GÜNÜ o zamanın ağır kış şartlarında büyük kayıplarla, rezil perişan şehri terk ederler. Yani Atatürk’ün dediği gibi ‘’ geldikleri gibi gittiler.’’ İşgal altındaki tüm Anadolu’da yardım almadan sadece özgürlük anlayışının verdiği güç ve halkın elindeki ateş alır almaz silah ile yaptığı mücadele sonucu şehri kısa sürede düşmandan arındırdığı ve Anadolu da kurtuluş savaşının fitilini ateşlediği için ‘’Maraş tarihleri inşaa ettiren , Koca Sinanların ustabaşıdır.’’
Kurtuluş savaşında verdikleri mücadeleyi Maraşlı, barış zamanında da ekonomik savaşta vererek önce tarım ve hayvancılık alanında üretimleri ile daha sonrada üretimleri olan tarımsal ürünleri işleyecek sanayi tesislerini inşa etme, işletme ve pazarlama alanında gösterdikleri başarılarla Türkiye’nin ekonomik mücadelesinde de örnek teşkil etmiştir. Kahramanmaraş’ın Sanayileşmesinin sağladığı ekonomik katma değer ülkenin üretim, ihracat ve refah seviyesinin artmasındaki etkisi tartışılamaz. Hele işsizlik oranın Ülke ortalamasının altında bir değer olmasının sağladığı sosyal barış, Maraş’ın her noktasında hissedilen bir mutluluk kaynağıdır. Her bir tesis ve işletme ayrı bir başarı öyküsü ve mücadele abidesi olarak birer meşale gibi, ekonomik kurtuluş mücadelesinin yolunu aydınlatmış ve aydınlatmaya da devam ediyor. Burada bir paragrafta anlatmaya çalıştığım Maraş’ın sanayi yatırımlar konusundaki öz veri dolu başarısı da şairin, ‘’ İç alemin ölçüsüz zenginliği var, Yok gösteriş onda, ruh zenginliği var. ’mısralarındaki düşüncelerinin sağlaması gibi dir. Özellikle bu güne kadar Kahramanmaraş’a kadar gelememiş dostlarımızın, buralara kadar gelerek; kevser suyunu içip, Güvercilk’te seyran ederek; Şair Arif Nihat Asya’nın ‘’İçmekte Maraş Pınarbaşı’ndan Kevser, Nurlar dağıtan birde Güvercinlik’i var.’’ Şeklinde dile getirdiği dizelerine hak vermeleri dileğiyle 12- şubat Kurtuluş bayramımız kutlu olsun.
Ancak Her yıl büyük bir coşku ile kutladığımız kurtuluş bayramları ile hafıza tazelemek yeterli mi bilmiyorum. Zira etrafımıza baktığımızda ülkemiz içinde ve dışında çeşitli şekillerde zuhur eden olaylar iyimserliğimizi muhafaza ettirecek düzeyi çoktan aştı. Kuzey doğumuzda Kafkasya ve kuzey batımızda ise Balkanlarla sahne alan savaşlar şimdi de güney doğu sınırlarımızda sahneleniyor. Bu savaşların ve sınırlarımız dahilindeki terör saldırıları ile yapılan yıldırma hareketlerinin batı kaynaklı olduğu aşikar. Bölüp parçalayarak topraklarına el koymak istedikleri Osmanlı imparatorluğunun kalan toprakları üzerinde askeri dehası ve devlet adamlığı dize getirdiği düşmanları tarafından bile hayranlıkla bahsedilen, Milli mücadele kahramanımız Mustafa Kemal Atatürk, 19/ Mayıs/1919 da Samsun üzerinden Anadolu’ya çıkarak çok güvendiği Anadolu halkını etrafında toplayarak örgütlemiş ve önderliğinde Türk milleti Kurtuluş savaşı destanı yazmıştır.Büyük önderimiz Atatürk’ün;
Gözlemleri, araştırmacı yönü, muhakemesi ve entelektüel birikimi ile Cumhuriyeti kurarak tüm değerleri ile hayata geçirmesi;
Yok olma psikolojisine girmiş bir ahaliden, ulusçuluk kavramının çimento etkisi ile halkların tek bir millet haline gelmesini sağlaması;
Osmanlı İmparatorluğunun yok olma sebeplerini belirleyerek, Yaptığı inkılaplar ile devlet yapısı ve sosyal hayatın içinden bu nedenleri arındırması,
Genç Türkiye’nin geleneksel yapısını ret etmeden, bilim ve teknolojik yönde ulaştıkları noktayı göz önüne alarak yönünü batıya çevirerek zeki ve yetenekli gençlerimizi üniversite öğrenimi için Avrupa’ya yollanması,
Sanayileşmenin adımını atması ve tarım ve hayvancılıkta örnek teşkil edecek çalışmaları başlatması.
‘’Yurtta sulh, Cihanda sulh’’ söylemi ile, Devlet adamı olarak Dünya kamuoyunda hayranlıkla izlenip, devlet başkanı olarak bir kez bile yurt dışına çıkmadan bir çok devlet adamı tarafından ziyaret edilmesi.
Emperyalizmin aşağılık emellerini bir daha uygulama fırsatı bulamayacakları bir ülke olması için; silah arkadaşları ve Türk milleti ile birlikte, emperyalizmin işgaline ve uşaklığını yapanlara karşı nasıl bir mücadele verdiğini ‘’NUTUK’ adlı eserinde kendi kaleme alıp, anlatarak Cumhuriyeti Türk Gençliğine emanet etmesi, bizi biz yapan değerlerimiz olduğu tartışılamayacak gerçeklerdir.
Farkında olmadan tüm topluma giydirilen kültür emperyalizmi ile bu değerlerimiz üzerine bir çizgi çektirdiklerini zanneden batı, 15/TEMMUZ günü sahneye koydukları oyunla çirkin yüzlerini bir kez daha göstermiş ve Türk milletinin içinden hain çıkmaz anlayışına gölge düşürenlerde boylarının ölçüsünü almışlardır.
Buradan da anlaşıldığı gibi ‘’Tanrıların yürüdüğü topraklar’’ olarak sahip olmak istedikleri Anadolu’dan batılı emperyal devletlerin hala vazgeçmediklerini görüyoruz. Yüz yıllardan beri sömürge ülkelerinden elde ettikleri bedava madenler ve iş gücü ile yaptıkları zenginlikleri, geçmişten günümüze bilim ve teknoloji alanında üst üste gerçekleştirdikleri devrimlerle yakaladıkları refah seviyesinin ve geçmişte yaptıkları savaşlardan daha kolay yollardan amaçlarına ulaşma planları ile davrandıkları gerçeğinin hepimiz farkındayız. Özellikle kurdukları terör örgütleri aracılığı ile yüce dinimizi hak etmediği şekilde gündeme getirip, müslümanı müslümana kırdırarak İslam dinini terör algısı ile eşleştirmeleri onları belirli bir noktaya kadar amacına ulaştırabilir. Ancaaak, Kurandaki islamı orijinal hali ile yaşayan, Türkiye Cumhuriyeti milletinin, sapık zihniyetli sözde İslamcı teröristlere inanmayacak kadar dinine vakıf olduğunu bilmediklerini 15/ Temmuz da test ettiler sanırım.
Sömürgeci değiliz yani bedava ulaşacağımız hammaddelerimiz ve sömürecek iş gücümüz yok. Sanayi devriminde geç kalmış olabiliriz. Teknolojik anlamda onları geriden takip edebiliriz. Kısacası 1900’lerde olduğu gibi maddi güçleri bizden üstün olabilir. Ama biz 1900’lerde daha zor maddi şartlarda iken, manevi değerlerin gücü elde ettiğimiz özgürlüğümüzü bu gün de aynı anlayışla karşı koyacağımızı bilmiyorlar ki, sınır komşularımız olan ülkelerde ve ülkemizde bizi ateşin içine çekme oyunları sahnelemektedirler. Bu oyunda yurt savunması gibi zorunlu bir nedenden dolayı rol almanın bedelini, özgürlük savaşçısı olarak yaşayan atalarımızdan dinledik. Her yıl kurtuluş bayramlarında hafızalarımızı tazeledik. Allah bir daha bize atalarımızın yaşadığı işgaller yaşatmasın, Allah muhafaza böyle bir zorunluluk olursa da Güzel Allah’ım Türk Milletine akıl, metanet ve güç versin.
Bizim yapacağımız şu anda yapılan gibi, vatan topraklarından bir karış vermemek için vatanımızı kanımızın son damlasına kadar savunmak olmalıdır. Bu anlayıştan hareketle, Batı ürünlerinin iyi bir pazarı olmamız bizi batıya bağlı değil bağımlı yapmış durumda. İnsanlar bağlı olduklarından kolayca koparlar ama bağımlılık kolay terk edilmeyip tedavi süreci gerektiren bir durumdur. Bunun tedavisi ise, bizlerin halimizle halleşip, var olanımızla mutlu olmasını bilip çok ama çoook fazla çalışmamız gerektiğidir… Bilim ve teknolojik alanda, kültür ve sanatta yapılacak çalışmalar sonucunda toplum olarak çağın şartlarına ulaşabilmek mümkündür. Doğal zenginliklerimiz olan su ve canlıların yaşam alanlarının korunması, canlı türlerimizin koruma altına alınması gibi gerçeklerde geleceğin Dünyasında çok önemli olacaktır. Bütün bunların sağlanabilmesi için bizim hiç durmadan, dinlenmeden çook ama çoook fazla çalışmamız gerekiyor. Geleceğin Dünyasında her anlamda 1. LİG ülkeler arasında yer almış bir Türkiye olmamız dileğiyle Kurtuluş bayramımız kutlu olsun.
ÖZELLİK VE GÜZELLİKLERİMİZİ DEĞERLENDİRMEK YOLUNDA CITTA SLOW
Bloklaşmış dünya ülkeleri arasında soğuk savaşın sona ermeye başladığı 1980 li yılların sonu, 1990 lı yılların başı, uluslar arası sınırların ticari anlamda kaldırılıp, markalaşmış ve belli standartlarda hizmet verebilen tüketime yönelik hizmet sektörünün, başka ülkelerde şubeler açtığı dönemlerdir. ABD orijinli olup, bir çok Avrupa ülkesinde de yaygınlaşıp kendi yöresel özelliklerine göre uyarlanması ile oluşturdukları yeme içme markaları bizim ülkemizde de orijinal, kolay, rahat ve farklı bulunarak kabul görmüş ve bu dönemde hızla yayılmıştır. Bilgi çağının önemli ürünü olan teknolojik gelişimin sağladığı değişim hızının, aylarla bile ifade edilemeyecek bir şekilde yaşandığı bu dönemde hız, insanı acele ve farkına varılmadan yaşanan bir zamanın akışına mahkum etmiştir.
Sanayi ve teknolojik olarak gelişmiş ve üretim bölgesi durumunda olan zengin ülkeler, üretim maliyetlerini düşürmek ve daha çok da yeni pazarlar oluşturmak amacı ile az ve orta gelişmiş ülkelere girdiler. Sermayedarların üretim amacı ile girdikleri bu yerlerde , ülkelerin kendi öz sermayesi olmasa da istihdam kaynağı olan sanayi tesislerinin yerli halk tarafından çok güzel karşılandığı bir gerçektir. Bu bölgeler ne kadar az gelişmiş olursa olsun, üretimin sağladığı iş ve iş ortamı, para kazanmanın sağladığı öz güven; alışkanlıkların ve yaşam biçiminin değişmesine neden olmuştur. İlçe statüsündeki yerleşim alanları bile sahip olduğu sanayi tesisinin varlığı ile göç alarak büyüyüp kent hayatının refahını sunar duruma gelmiştir.
Kent hayatına kavuşmanın mutluk ve sarhoşluğu ile insanlar, bireysel yaşam anlayışı girdabında kayıp ettiği değerlerin farkına varmadan, üretim—tüketim çarkında hızla dönerken; hızlı yaşam esaretinde zamanın nasıl geçtiğini fark etmeden yaşadığını zannetmektedir. Hayatta var olmanın ve sahip olduğu değerlerin anlamı, yaşamı içindeki insani misyonu ve bunun verdiği haz… Kısacası insan olmanın gereğine dair bir çok şey farkında olmadan bilinç altından silinen insan; farklı boyutta insanımsı bir canlı durumuna gelmiştir. İşçinin işini kaybetme korkusu, İşverenin yatırımın verimliliği, işletmenin karlılığı, amansız rekabet enerjisi gibi sorunların yarattığı stres ve sonunda parayla birlikte kazanılan hastalıklar… Teknoloji--sanayi—üretim—tüketim—rekabet—yarış—kar etme—süreklilik gibi yaşamı esir alarak yönlendiren ve hızlı yaşamın var olmasını sağlayan kavramlar; insan yaşamını, geri dönüşü olmayan tünele sokmuş birer etken durumundadır artık.
İletişimin tahmin edemeyeceğimiz düzeyde hızla kolaylaşması ne yazık ki tüketim anlayışımızı da değiştirdi. Öyle ki, sağlıksız beslenme alışkanlıkları ve evlerdeki makineleşme, arabalı ulaşım bireyleri; edilgen, teknoloji bağımlısı, aşırı kilolu ve beden sağlığını kaybetmiş insan topluluğu haline getirmiştir. Sanayi toplumu olmanın neden olduğu bireyselleşme ise Türk kültürünün en önemli değerleri olan aile, komşuluk, dostluk, arkadaşlık gibi bizi biz yapan çok değerli kavramların içini boşaltıp, güven gibi insani hasletleri yok ederek bizleri, kendine ve birbirine güvensiz insan yığınları oluşturma tehlikesi ile baş başa bırakmıştır. İşte ‘’hız’’ kavramının yaşam içindeki gereğinden fazla yer almasının sonuçlarını gözleyebilen 4 ilçe belediye başkanı, 1999 yılında, İtalya’da ayak üstü hızlı yemek yemenin karşıtı ‘’slow food’’ fikrini ortaya attıktan sonra, pratikte de ilgi çekip benimsendiğini gözlemlemişlerdir. Daha sonra da düşüncelerinin kapsamını genişleterek yaşamın tüm safhasını kapsayacak kentsel boyuta taşıyınca da ‘’citta slow’’ kavramı ortaya çıkmıştır. İtalya’da benimsenen bu düşünce kısa sürede Dünya’da yaygınlaşan ve insanı özüne döndüren bir yaşam biçimi olmuştur.
Ülkemizde ilk defa İzmir Seferihisar belediyesinde uygulanan Citta slow, daha sonra; Ordu—Perşembe, Isparta—Yalvaç, Sakarya—Taraklı, Çanakkale---Gökçeada, Kırklareli—Vize, Muğla—Akyaka, Aydın—yanipınar, Şanlıurfa—Halfeti, Artvin—Şavşat, Erzurum—Uzundere, Bolu--Göynük İlçelerimizde de uygulanarak bu gün 12 sayısına ulaşmıştır. Yavaş şehir anlamında olan citta slow olabilmenin kriterlerine gelince; benim anladığım kadarı öncelikle sanayileşmenin henüz ulaşamadığı ve var olan özelliklerinin güzellikler şeklinde ve korunabilmiş bölgeler olması gerekmektedir. Ulaştığım kaynaklardan aynen aktarmak gerekirse eğer; ‘’nüfusu 50.000 altındaki kentlerin üye olabildiği, kentlerin kendi gelenek, göreneklerini, yemekleri, tarihsel kimliklerin ve yöresel farklılıklar içeren tüm yerel özelliklerini korumalarını öngören bir birliktir.’’(k-1)şeklinde tanımlanmaktadır. konu ile ilgili uzmanlar, ‘’hepimizin bizi mutlu edecek bir tempoyu seçme hakkı olmalı’’ diyorlar. Buradaki tanımdan ve uzman görüşlerinden de anlaşılacağı üzere esas konu ile, --mevcut değerlerin korunup yavaş ve sakin bir yaşam şekli sağlamak, --son 30 yılda hayatımıza girerek bizleri esir alan ‘’ hız’’ faktörünün olumsuz etkileri sonucu ortaya çıkan mutsuz ve hastalıklı hayatın önüne geçmek, ----doğal ve yerel özelliklerin korunması ile oluşturulacak ortamda hayatı daha yaşanabilir kılmak, ---- böylece sürekli veya geçici olarak bu ortamda var olan insanlara ‘’yavaşlığın huzurunu’’ hissettirerek, hızlı yaşamın olumsuz etkilerinden insan sağlığını korumak amaçlanmaktadır herhalde.
Kahramanmaraş her yönü ile bizlere yaşanabilir bir hayat sunan çok güzel bir belde. Öyle ki biz Maraşlılara yaşama sevinci yaratan özelliklerini güzellikler şeklinde bahşetmiş güzel Allah’ım. Dünya’nı önemli su havzalarından olan Türkiye’nin çok önemli bir su havzasıdır Kahramanmaraş. Kahramanmaraş’ın en önemli su havzası ise Çağlayancerit’dir. Çünkü Aksu Küçükcerit, Göksu ise Helete mahallelerinin sınırlarında yer almaktadır. Çağlayancerit’in en büyük mahallesi olan Helete eğitim, ekonomik, sosyal ve kültürel yönden oldukça gelişmiş ve benzerlerinden her anlamda önde ve model alınacak bir yapıya sahiptir. Belediye yönetiminde kendi kendine yeten bir durumda iken, mahalle statüsüne indirgenmesi ile tarihinde yaşamadığı kadar bir göç vermeye başlamıştır. Ayrıca göçe rağmen yaz zamanı 8000, kış zamanı 6000 olan nufusun hayat damarı olan GÖKSU’nun kaynağına yakın ve Helete’nin yerleşim yerinin üst tarafından; Komşu ilimiz Gaziantep’e içme suyu sağlamak amacı ile bir proje uygulanmak istenmektedir.16. yüzyıldan beri yerleşim yeri olarak Göksu dan nasiplenen bir beldenin can damarını kurutmak anlamına gelen bu proje;ne yazık ki Geçmişten günümüze bilinçsizce uygulanan projelerden biri olarak tarihteki yerini alacaktır...
Akdeniz-kara ikliminin birbirine geçtiği bir bölge olarak zengin bitki ve ve havyam populasyonunun oluşturduğu besin zincirinin oldukça zengin ve alternatifli olması nedeniyle kendi kendine yeten bir ekosistem olan bölgenin, ekolojik yapısı tamamen bozulacak bu durumdan da doğaya katkı sağlayan en küçük canlı mikro organizmalardan insana kadar tüm canlılar etkilenecektir. Kahramanmaraş sınırını geçtikten sonra Adıyaman ilimiz sınırlarında Göksu sahil boyunca sıralanmış Hacılar, Savran, Çataltepe köyleri ve Dut ilçesi de aynı sorunları yaşayacak yerleşim yerleridir. Bizim için çok değerli bir komşu olan Gaziantep’in su ihtiyacı, Proje üzerinde yapılabilecek bir değişiklikle Göksu kıyısı boyunca su sayesinde oluşmuş ve insanı da içine alan Ekosistemlerin zarar görmeden karşılanmasının mümkün olduğunu ve Antep içme suyu için yapılmakta olan Çataltepe barajından yetkililerimizin haberlerinin olmadığı geliyor insanın aklına.
Çağlayancerit ilçemizin sahip olduğu Aksu ve Göksu ırmakları ilçemizin bütünü ve özellikle bulunduğu mahallelerin yaşam, geçim, bereket ve neşe kaynağıdır. İlçe merkezinin ve özellikle Helete mahallesinin dağlarla çevrili Göksu vadisi içindeki yerleşimi buraları orijinal kılan en önemli farklılığıdır. Diğer mahallelerinin dağ yamaçlarında, Orman içlerinde, küçük dere kenarı ve kar suyunun göz bularak toprak yüzüne çıktığı yerlerde kurulmuş ve yakın tarihimize kadar köy statüsündeki doğal ve güzel özelliklerle dolu yaşam alanlarıdır. İklimi ve bitki örtüsü, endemik bitkilerin çokluğu, sanayiden uzak temiz havası , hele Göksu da yetişen kırmızı benekli alabalık, sazan balığı, yerleşim yerlerine yakın bahçelerde halkın meyve sebze üretimi ile elde ettikleri doğal tarım ürünleri ve yüksek dağların platolarında yapılan hayvancılıktan elde edilerek Çağlayancerit ve Helete adı ile markalaşmış hayvansal ürünleri, kanyonları, rafting yapmaya müsait çağlayanları, Heleteli gençlerimizin yaptığı yamaç paraşütü şenliği, bisiklet yarışları, treking etkinlikleri, mutfak kültürleri, yaylacılık yaşam biçimleri, bağ bozumu ve şıra yapımı ve sayamayacağım çoklukta özellikleri ile iyi bir Citticlow adayı değil cittaclow un ta kendisi diyebileceğimiz bir yaşam merkezi. Buradan anlatmaya çalıştığım özellikleri ile beldemiz inşallah siyasilerimiz ve yetkililerimizin dikkatini çeker de ilçemiz ve tüm mahalleleri ile her anlamda fayda sağlayıp fayda göreceği ‘’yavaş şehir’’ uygulaması ile yerel kalkınmayı gerçekleştirerek kendi ahalisi ve meraklısına yavaş yaşamın nimetlerini sunar ve Allah’ın bahşettiği özelliklerini doğru bir şekilde kullanmanın mutluluğuna kavuşur.
‘’Slow city by Duygu Yetkin on prezi’’ adresinden aynen aldığım şekilde aktarıyorum, ‘’ yavaş şehir olabilen şehir kendi kimliği ile var olabilecek, şehir insanı sağlıklı ve mutlu yaşayacak. Doğa korunacak, köyden şehre göç olmayacak,turizm anlamında ilgi çekecek ve kaynakların sürdürülebilir olması sağlanacak. Ayrıca büyükşehirlerin çevresinde yer alan belde belediyelerin yavaş şehir olmaları sonucu büyükşehirler için doğal kaynakların korunabileceği tampon bölge anlamı taşıyabilecektir.’’ Böyle güzel bir misyonu olacak bir uygulamanın, ülkemin tek malyalı şehrinin bir çok güzelliğini bağrında barındıran ve Fransız işgali sırasında Ulu önderimiz Atatürk tarafından Maraş bölgesinin örgütlenmesi için görevlendirilen, Kılıç Ali Paşa’nın yörenin ileri gelenleri ile Helete köyünde yaptığı toplantı sonucunda Helte’den eli silah tutan genç yaşlı 250 çete ile Maraş harbine katılan Çağlayancerit ilçesine çok yakışacağını düşünüyorum. 12 Şubat Kurtuluş Bayramımız Kutlu olsun.
Kaynak: Sakin Şehir Üyelik Sürecinin Analizi—Atatürk Ünv. Ziraat Fak. Dergisi 43 (2) 163-173
Esra Özhancı—Zeynep Bozhöyük Ardahanlıoğlu----Hasan Yılmaz.