Miraç, bir mucize!

Kutlu üç ayların ilki olan Recep ayı içinde Regaip'ten sonra kutladığımız ikinci kandildir Miraç kandili. Gece yolculuğu anlamına gelen "İsrâ" adıyla da anılan miraç, bir mucizedir. Mucize, Allah'ın insanlar arasından seçerek görevlendirdiği elçilerini desteklemek için ortaya koyduğu ve insanların akıllarını ve güçlerini, hem oluşuyla, hem engellenemeyişiyle acze düşüren bir olgudur. Mucizeler, doğa yasaları veya sünnet-i ilâhî denen olağan işleyişin, neden-sonuç ilişkilerinin, gerekirciliğin dışında gerçekleşen olaylardır. Mucizeyi mucize kılan özellik, onun olağanüstülüğüdür.

Allah'ın son elçisine bağışladığı miraç mucizesi, bir insanın erişebileceği en yüce yücelişin, en üstün üstünlüğün tahakkuk ettiği bir yaşantıdır. Bir gece Mekke'de yatağından alınıp önce Kudüs'e, sonra göklere ve ötelerine götürülen Peygamber Efendimiz'e bu gece yolculuğunda meleklerin en büyüğü Cebrail kılavuzluk etmiş, ona çeşitli fizikötesi gerçeklikleri göstermiştir. Yolculuğun sonunda öyle bir yere varılmıştır ki, Cebrail, daha ileri geçemeyeceğini söylemiş ve Sidre-i Müntehâ denen o noktadan sonra Habibullah (Allah'ın Sevgilisi) ile Cenâb-ı Hak, Kur'ân'ın ifâdesiyle "Kaabe kavseyni ev ednâ" diye tanımlanan bir yakınlık içinde bulunmuşlardır.

Kelîmullah (Allah'ın konuştuğu) Hazret-i Musa'ya "Len terâ-nî" (Sen beni göremezsin!) buyuran Allah, Kelâm-ı Kadîm'ine mazhar kıldığı son elçisine, böyle bir yakınlığı ihsan etmiştir.

Bursalı Süleyman Çelebi, mevlid adıyla andığımız mesnevîsi Vesîletü'n-Necat'ta bu hâdiseyi anlatırken çok ihtiyatlı bir dil kullanır:

Hak Teâlâ hazretine erdi ol
Hak ne kim gösterdi ise gördü ol

Bî-hurûf u lâfz u savt ol Pâdişâh
Mustafâ'ya söyledi bî-iştibâh

Hakk'ı gördü Mustafâ bî-keyf ü kem
Hakdurur bu sözleri ben kim direm

Anda ol gördüğüne hiç akl ü fehm
Ermedi ermeyiserdir cümle vehm

Yani o, Allah'ın huzuruna ermiş, O ne gösterdiyse görmüştür. Cenab-ı Hakk'ın harfler, söyleme ve ses olmaksızın Mustafa (s.a.v.)'e "söyledi"ğinde şüphe yoktur. Mustafa (s.a.v.), bizim burada ve buranın koşulları içinde bildiğimiz nitelik (keyfiyet) ve nicelik (kemiyet) ölçüleriyle açıklayamayacağımız bir görüşle Hakk'ı görmüştür. Akıl ve fehm (anlayış, kavrayış) Peygamber'in orada gördüğüne ermemiştir; bütün vehimler (kurgulamalar, tasarımlar) da er(e)meyecektir.

Merhum Necip Fazıl'ın, Allah'ın son elçisini adlandırmak için seçtiği "Gaye-İnsan, Ufuk-Peygamber" tabirinin başlıca gerekçelerden biri miraç mucizesi olsa gerek.

Bu kutlu gece yolculuğunun "rûhânî" mi, "cismânî" mi olduğu geçmişte tartışıldığı gibi günümüzde de tartışılabilmektedir. Bu tartışmalarda sanki, beşerî sınırları ve sünnet-i ilâhînin mantığını koruma kaygısı ile aşkın sınır tanımazlığı karşı karşıya gelmektedir. Bu yolculukta bedeni devreden çıkarma isteği, bir mucizeyi alıştığımız fizik yasaları ile sınırlandırma isteği gibi tuhaf görünmüştür bana.

Peygamber, miraçtan bir buyrukla, günde beş kez namaz kılma buyruğuyla döndü. Cenaze namazı dışında bütün namazların iki rekâtında bir oturduğumuzda söylediğimiz "Tahiyyatlar" bu büyük buluşmanın söze dökülmüş hâtırasını yansıtıyor. Peygamber Efendimiz'in de, namazlarında kendi isminin geçtiği o cümleyi söylediğini hatırlamak, Allah'ın yüklediği görevin peygamberin beşerî varlığını aşan bir yönü olduğunu düşündürüyor bana ve hakikatin yüksekliğini hatırlatıyor.

Yaşasın hakikat!