En az Gökalp kadar yorgunuz.

Ruhlardaki vecdi, sonsuz bir dereceye kadar harekete geçiremediğimiz…

Ve Müftüoğlu’nun Çağlayanlar’daki Turhan’ı gibi çıldırmanın eşiğine geldiğimiz için…

Atsız gibi dargınız…

Yorgun ve kimsesiz, ölümün bahçesini solukladığımız için…

Umudumuz, dağların ardında bir yorga koşu…

Gönül dağlarımız, mazinin derinliklerinden sızan esintiye hasret…

Ne yaşımızdan haberimiz var ne de yaşıtlarımızdan…

Hâlbuki ne hülyaların peşindeydik, ilk çocukluk çağlarımızdan beri…

Bir güneş doğacaktı bir sabah, bu güzel ülkeye…

Ötüken’in esintisini, Tanrı Dağları’nın kokusunu, Orhun Vadisi’nin renklerini taşıyacaktı buralara…

Bizim çocuklar, bir araya gelecek; marşlar söyleyecektik hançeremiz yırtılırcasına…

“Kürşat’ın narasıyla,” diyecektik.

“Orhun’un kaynağından,” bahsedecektik…

Ve boy boy balalar yetişecekti Turan sevdasıyla…

Başarıyorduk da…

Sayıları azdı.

Dertleri çoktu.

Ama Estergon demirinden yürekleri vardı bizim çocukların…

Yılmadılar…

Vazgeçmediler…

Koştular…

Dağları düz edip kök saldılar toprağa…

Gün oldu, devran geçti…

Vurgun yediler…

Ezildiler…

Sürüldüler…

Kurşun yediler…

Yani, büyük sevdayı anlamadı yad eller…

Anlamadılar…

Anlatamadık…

Bir hayalimiz var, dedik; güldüler…

Ben değil, biz değil, hepimiz adına feryadımız, dedik; boş boş baktılar…

Ufkun ardına çizilen resimden, o resmin mefkûresinden dem vurduk; geç bunları, dediler…

Yeniden kervan yola dizilirken, yeni umutlar yeşerttik kutlu topraklarda…

Ülküler büyüttük, derin gecelerin ıssız karanlıklarında…

Ama…

Zaman çok merhametsiz çıktı.

Politik kaygıların devranı çarptı göze…

Ve…

Bazıları sükût-u hayale uğrattı, çileye talip olanları…

Unuttu pek çoğu, pek çok kez yetiştiği yeri ve kendi meziyeti sandı, ulaştığı mevkii…

Sonra…

Sonrası…

Tar-u mar edildi nice hakikatler, sözde o hakikatlerin savunucuları tarafından…

Mesela; dindar ülkemin din ile arası açıldı sözde dindarlar yüzünden…

Bir gençlik inançlarına mesafe koydu inançlı(!) elitlerin inanca bakışları yüzünden…

Hatta yıprandı ruhlara çizilen pak resimler…

Utandı resimdeki kavramlar geçmişinden…

Nitekim Akif de dememiş miydi yıllar önce tam da şöylece:

“Sofuluk satıyorsun, elinde boy boy tesbih

Çevrende dalkavuklar; tapınır gibi, la-teşbih!

Sarık cübbe ve şalvar; hepsi istismar, riya

Şekil yönünden sanki; Ömer’in devri, güya!

Herkes namaz oruçta; hepsi sözünü dinler

Zikir Kur’an sesinden, yerler ve gökler inler!

Ha bu din, iman, takva; inan ki hepsi yalan

Sen onları kendine taptırırsın vesselam!

Derdin davan sadece, hep nefsi saltanatın

Şimdilik putu sensin, tapılan menfaatin!

Hey kukla kafalı adam, dinle sözümü tut

Bunların dilinde Hak; ama kalbi dolu put!”

Çözüm mü?

Onu da söyleyelim:

Gün Olur Asra Bedel’de ki “mankurt” hadisesini hatırlayalım.

Juan juanların kaçırdığı Sarı Özek bozkırının delikanlılarından biri olan Coloman, kazıtılan kafasına geçirilen manda derisi ile mazisini unutan bir mankurt haline gelir. O, artık efendisinin emirlerini yerine getiren bir köledir. Annesi Nayman Ana onu bulur, fakat Coloman annesini tanımaz.

Ve efendisinin “O senin düşmanın,” demesi üzerine öz annesini oklar. Nayman Ana, devesinden düşerken “ Coloman, sen Dönenbay’ın oğlusun, özüne dön!” diye feryat eder. Nayman Ana’nın başörtüsü bir kuş olup göğe yükselirken aynı ses yankılanır.

Sen Dönenbay’ın oğlusun özüne dön…