Demokrasi ile yönetilen ülkelerde seçimler, bu yönetim biçiminin gereğidir.

Halk kendini yönetenleri seçer.

Türkiye gibi yıllardır ‘demokrasi’ naraları atılan ülkelerde ise seçimler göstermeliktir. Kimi partilerde şölen halinde olur, kimi partilerde nizahlı-kavgalı olur.

Şunu üstüne basa basa söylemekte fayda var:

Türkiye’de seçmen bir noter gibidir. Tasdik makamıdır.

Düşünün, yaşıyoruz çünkü: “Hiç siz istediğiniz birini seçme şansına sahip misiniz?”

Bu soruya ‘evet’ cevabı verenler büyük bir yanılgı içerisinde olacaktır.

**

Türkiye’de siyasi partiler mevzuatına göre; partiler kuruluyor.

Mevzuata göre partinin genel merkezi başkent (yani Ankara) olacak, en az kırk kişi olacak, partinin bir tüzüğü olacak (ki maddelerin tamamı neredeyse aynı), kurucularına ait bazı resmi evraklar olacak.

Kısacası böyle:

“Biz kırk kişiyiz, kırkımız da birbirimizi biliriz” vecizesindeki kırk kişi bir araya gelir.

Tüzüğü yazar (ya da başka bir partinin tüzüğünü kopyalar, word sayfasına yapıştırır, gerekli yerleri değiştirir).

Gerekli evrakları dosyalar.

Aralarında da bir kurucu genel başkan seçerler (mevzuat öyle).

İçişleri Bakanlığına gider, evrakları teslim eder.

Karşılığında da bir ‘alındı belgesi’ alır.

İşte bu ‘alındı belgesi’ partinin tüzel kişilik kazandığına dair resmi evraktır.

Eğer; dosyada, tüzükte eksik belge, hüküm varsa daha sonra bunlar düzeltilir.

“Haydi hayırlı olsun” diyelim o kırk kişiye..

**

Sonra o kırk kişi toplanır.

Ülkenin diğer illerinde tanıdıkları kişileri il başkanı atarlar.

Burada tanıdık olması da önemli değildir. Tanıdığın tanıdığı, tanıdığın tanıdığının tanıdığı da olabilir.

Yeter kendi buyruklarını yerine getireceklerden olsunlar.

İl başkanı, ilindeki ilçelerin başkanlarını belirler; nezaketen genel merkeze gönderir ve onlar da ilçe başkanı olarak atanır.

İl başkanı, ilçe başkanı eş-dost, ahbap-çavuş, maddi-manevi, fayda-faydalanma ilişkileri içerisinde yönetimlerini belirlerler.

Yönetimler de mahalle teşkilatı, var olan yerde (artık Maraş’ta yok) kasaba, köy teşkilatlarına başkan-yönetici görevlendirir.

Sonrası da ilginç ya…

Çünkü atanan, atayanı seçer. Atanan, atayanı seçmediği anda da ya da seçmeyeceğini atayan anladığı anda bu kez silinmeler başlar.

Önce delege olarak belirlenen isimler silinir, yerine yenisi yazılır.

Sonra teşkilatlar yenilenir.

Vesair, vesair..

Ve bu sisteme de bizim ülkemizde ‘demokrasinin bir gereğidir’ diyoruz.

**

Cumartesi günü (17 Ocak 2015) iktidar partisinin Kahramanmaraş il kongresi vardı.

30 Mart seçimlerinden hemen önce genel merkez tarafından il başkanlığına atanan Avukat Metin Doğan, tek adaydı.

O yüzden de göstermelik bir seçim yapıldı.

Bu göstermelik seçim için Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ve Parti Kurmaylarından oluşan çok sayıda misafir ağırlandı.

Onlarca delege ile Afşin’den, Türkoğlu’na kadar ilçelerden gelenler oldu.

Günlerce hazırlıklar yapıldı.

Salonun tanzimi neredeyse gün boyu sürdü.

Sonra n’oldu? “Oldu da bitti maşallah, damat olur inşallah!”

Şimdi AK Parti’nin il teşkilatının içerisinde yüreği ‘il başkanlığı için atan’ başka kimse yok mu?

Bu işi Metin Doğan’dan daha iyi yapacak biri yok mu?

Daha iyi bir kadro oluşturacak bir isim olamaz mı?

Elbette var.

Benim bildiğim bir düzine isim var ki; her yönüyle bu işi Metin Doğan’dan çok daha iyi yapacaktır (amacım Metin Doğan’ı eleştirmek değil ha, tereyağından kimse kıl çıkarmasın).

Ama hadlerine mi düşmüş birinin çıkıp ta “ben de adayım” demesi.

Var mı öyle bir babayiğit. Yok işte. Çıkan da boyunun ölçüsünü alıyor.

AB Bakanı Volkan Bozkır’ın AK Parti Kuşadası İlçe Teşkilatı’nın kongresinde yaptığı konuşmayı duyan, hatırlayan var mı?

Kendilerinin (yani genel merkezin) belirlediği adayın karşısına çıkan adaya “Sizi tehdit etmiyorum ama siyasi hayatınızda geleceğiniz olmaz!”…

Vay benim köse sakalım.

**

Şimdi siyasetin kalitesinden bahsedelim.

Demokrasiden bahsedelim.

**

AK Parti’de böyle de diğerlerinde farklı mı?

Al birini vur berikine.

Sonuçta “Biz kırk kişiyiz, kırkımızda birbirimize biliriz..!