Silleci Memmet Emmi, “Osman abim evde mi, evde mi, üç odalı yerde mi yerde mi?” diye sormuş. Sormuş ta sorunun muhatabının ben olmadığım kesin. Çünkü “Osman abim” dediğine göre, kendisi yaşça oğlu yaşında olan Osman’ın küçüğü oluyor. O zaman soruyu da babasına, annesine, ablasına, yengesine soruyordur. Hem Silleci Memmet Emmi beni bilmez ki, soruyu bana sorsun? Memmet Emmi, Osman’ın evde olup olmadığını öğrenmeden önce yine bir sille atmıştır. Sille atmadıysa da en azından bir fiske dokundurmuştur. Yalnız Silleci Memmet Emmi’ye şunu hatırlatayım: “Mektup yazdım Hasan’a… Hasan’a ha sana!...” diyorlar ya bazan, bazan da “Bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur…” ** Neyse… Osman, köye dönüp te babasına ‘okumuş’ bir adam olduğunu söylemesinin ardından daha birkaç gün geçmemişti ki, köyün meraklıları da Osmangil’in damının etrafında pervane olmaya başladılar. Meraklıydılar. Köyden ilk ‘okumuş’ biri çıkıyordu. O yüzden de Osman onlar için sanki bir ‘veli’ gibiydi. Zaten muallim Mıstık emmisinin yolundan gidip kendi de daha sonra muallimliğe soyundu. Beceremedi, muallimliği… Öğrenmek kolay, öğretmen zordu; çünkü öğrenirken büyüklerden öğrenirsin, öğretirken küçüklere öğretirsin… Sistem bu. ** Gün geldi, devran döndü ve Osman’ın köyünde kâye seçimi yapılmasına karar verdi. Eğri yola hiç girmeyen sizin Osman, doğru yolda işe başlayıp kâye olmak için işe koyuldu. Yanına da aza heyeti olarak adamları seçti. Seçim günü herkes sandığa giderken, Osman ‘Göreceksiizz Hanımkızı köylülerim. Şehirde ne varsa köyümüzde de o olacak” sözü veriyordu. Demek ki şehirde var olan ikiyüzlüler, riyakarlar, sahtekarlar, dolandırıcılar, silleciler artık Hanımkızı köyünde de olacaktı, değil mi? Osman öyle diyordu çünkü… Şehirdeki tinerciler, ayyaşlar, fırıldaklar, dönekler artık Hanımkızı’nda da olacaktı. Şehirdeki onların çocukları, bunların bilmem nesi artık Hanımkızı’nda da olacaktı. Herkes bunun nasıl olacağını da merak ediyordu. Merak etmek doğal değil mi? Her ne kadar insanın başına ne gelirse ya meraktan ya da taraktan gelse de merak meraktı ya… ** Seçim günü köydekilerin gönlü de Osman’ın kâye olmasından yana oldu. Sandıktan 3’ün 1’ini alarak çıkan Osman, köyün kâyesi olmuştu. Hemen mührü aldı eski kâyeden ve doğruca baba evine koştu. “Baba, baba… Babaaaaa…” Babası çardağın ucunda ayaklarını sallandırıp oturuyordu. “Ne var lan döl… Gıçına kenger dikeni badmış gibi ne bağırinn… De baham adam gibi…” “Baba, baba…” “Ne var ooluum.. Nolii… Deyiver bahım..” “Baba ben kâye oldum. Artık bu köyün kâyesi benim. Ben dersem köylü de onu dinecek…” “Eeyi bir haldettin… Okudun adama olamadın, belki kâye olunca adam olun…. Hani demişler; apdal ata binince ağa oldum sanırmış, çalgam şoreeee girince yağ oldum sanırmış ya… Bahalım sen de kâye olunca kendini apdal ağa mı sanıcınnn…” O sırada anası çıktı çardağın altındaki ineğin odasından. “Yavrımmm. Demek kâye oldun hııı…” “He ya kibar anam…” “O elindeki ne ki oolcuuumm.” “Buna möhür diler ana… Devletin möhrü… Artık bu köyde devletin temsilcisi benim…” Anası seğirtti sevincinden… Hoplamaya başladı. “Herif herif gördüü bizim ohumuş oğlanı, sonunda köye de devlet oldu… Artık marabalıktan da kurtulduk…” Osman anasının elini öptü. Evden çıktı. ** Elinde kâye mührü ile birlikte köy odasına vardı. Odaya girdiğinde herkes ayağa kalktı. Bir ayağa kalkmayan da Funda’nın babası İlbaham Ehmet’ti. “Hoş geldin Kâye Osman…” “Hayırlı olsun Osman Kâye…” Bir hayırlı olsun faslı başladı; hoş beş üzümün kilosu onbeş… Ahmet geldiydi Mehmet gittiydi derken az sonra köy odasının kapısı tıklatıldı. Gelen biri daha vardı. Herkes Kâye Osman’a baktı. Osman, önce sarımsı bıyıklarını baş ve işaret parmaklarını kullanarak düzelttir. Sonra saçlarını parmakları ile taradı. Kravatını yokladı, yerinde mi diye.. Ve seslendi, kapının dışındakine… “Dıhılıın…” Odanın içindekiler tebessüm etti, Osman da dişlerini göstererek güldü… Gelen, Muallim Mıstık’tı… Hemen ayağa kaktı Osman Kâye: “Emmi hoş geldin. Geç şöyle otur… Dölleeerrr.. Hösiin, İlbahaam.. Yaşarali… Emmime de bir çay getirin…” Muallim Mıstık, kâyelik mührü hale elinde olan yeğeninin hemen yanına oturdu. Çünkü bal gelecek çiçeği bilirdi Mıstık emmisi de… Yarın bir gün destan bastırıp dağıttırırdı Osman’a… “Yahu Osman yeenim… Az önce ben kapıyı tıklattığımda ne dedin sen…” “Dıhılıın..” “Osman… Bak yeenim… Sen artık bu köyün kâyesisin… Üstelik te okumuş bir adamsın. Biraz daha nazik ol…” “Tamam Mıstık Emmi…” Tam bu sırada köy odasının kapısı bir kez daha tıklatıldı. Emmisi Osman’a baktı, kulağına doğru eğilerek şöyle dedi: “Osman… Nazik ol… Nazikçe davet et…” Osman “Tamam Mıstık Emmi… Sen meraklanma…” dedi. Sonra etrafına baktı. Yine sarımsı bıyığını düzeltti. Saçlarını yokladı eliyle… Kravatını da kontrol ettikten sonra, gözüyle şöyle bir odayı süzdü. Herkes merak ediyordu Osman’ın kapıyı tıklatanı içeriye davet ederken söyleyeceğini. Osman bir kez daha süzdü odadakileri ve ayağa kalktı. Ceketini ilikledi ve kapıyı tıklatana seslendi: “Dıhılıınız…” Ve dişlerini göstererek güldü. Herkes te güldü. ** NOT: Hikayenin devamı gelecek. Çünkü Osman’ın hikayesi bitmez. Bitmez de dışardan gazel okuyanlar, kendine görev çıkartanlar olmasa… Gerçi olsalar ne yazar. O da ayrı. Osman hikayeleri ile birlikte birden bire Osman fanatiği kesilenlere bir Mevlana önerisi: Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün.. Ya işte böyle Silleci Memmet Emmi…