İnsan, yeryüzünde mecazî anlamda devlet kurabilen yegane varlıktır. Zira; mutlak devlet ve iktidar övülmeye layık, Arş’ın sahibi Allah’ındır. Allah’ın vaz ve peygamberlerin tebliğ ettiği din (İslâm), akıl sahibi insanı kendi iradesiyle dünyada salâha, ahîrette felaha sevk eden, ilahî bir sistem ve kanunlar manzûmesidir. Temeli vahye (ilahî bir kitaba) dayanan bir din; insanı iç aleminde hür ve egemen kılar, dünya hayatında bir milleti devlet yapar. Bir milleti millet yapan unsurların başında din birliği gelmektedir. Anadolu’da müslüman olan Türklere Türkmen denilmesi bu sebebe dayanmaktadır.

Hak - Batıl mücadelesi insanlığın bidayetinden nihayetine kadar devam edecektir. Yalın insan aklını ve hevasını ilah edinen düşünce sistemine NİHAL, kaynağı ilahî bir dine ve mutlak doğruya dayanan düşünce sistemine de MİLEL denir.

Devlet, bir milletin genel ve ortak iradesi ile kurulan siyasî hakimiyetin teşkilatlanmış şeklidir. İbn-i Haldun Mukaddimesi’nde devletin de aynı insan gibi doğup büyüyeceğini sonra da fâni olacağını belirtir. Aristo ise devleti, “Ferdin siyasî bir varlık olarak mensup olduğu organik bütünlüktür” şeklinde tarif etmiştir. Devlet; siyasetle yönetilir, kurumları ile yaşatılır. Siyaset, toplumu yönetme ve güç kullanma sanatıdır. Siyaset; bir iktidar kavgası, bir menfaat çatışması olabileceği gibi aynı zamanda bir andlaşma ve uzlaşma sanatıdır.

Geniş anlamda siyasetin unsurları ülke, devlet, halk, yönetim, iktidar, menfaat, çatışma ve siyasî etik (ahlak)tir. Siyaset bilimciler siyaseti

a) Aklî (Zâlim)

b) Dinî (Âdil) şeklinde iki grupta mütalaa etmişlerdir.

İbn-i Haldun; servet sahibi olmanın siyasî gücü ele geçirmeyi değil, siyasî gücü elde bulundurmanın servet sahibi olmayı kolaylaştırdığını ileri sürmüş ve haklı çıkmıştır. Ona göre “Halk hükümdarlarının dini üzeredir.”

Farabi’ye göre de temelde iki devlet şekli vardır:

a) Faziletli devlet

b) Faziletsiz devlet.

Faziletli devlet, toplumun en üst seviyesindeki başkanı seçimle gelen ve onun etrafında ilim adamlarının oluşturduğu bir heyet tarafından idare edilen devlettir. Musa Carullâh’a göre İslâm devletinde ictimaî iman için dört unsur şarttır.

1) Kişinin hak ve vazifelerini bilecek kadar ilim ve marifet.

2) Başkalarının haklarına tecavüz etmekten alıkoyacak kadar şeref ve emanet.

3) Hak ve adalet esaslarına dayanan kanunlara riayet edecek kadar hürmet ve itaat.

4) Zillete tahammül etmeyecek, batıl davetlere boyun eğmeyecek kadar izzet ve cesaret.

Rızkın onda dokuzu ticaret ve cesarette olduğu gibi devlet ve iktidarın onda dokuzu emanet ve ehliyettedir. İbn-i Haldun’un da iktidarda aradığı zorunlu iki unsur vardır. Bunlardan birincisi asabiyet, ikincisi de hilâl (yani ahlak) dir. Ahlak ve asabiyetin gayesi mülktür. Siyaset şerre dönüştükten sonra varlığını sürdürmesi de mümkün değildir.

Siyaset bir kadro ve ekip çalışmasıdır. Asabiyetin en tehlikeli yönü insandaki ilahlaşma eğilimidir.

Bir devletin kuruluş devri onun ilk aşamasını ifade eder. Devlet bu aşamada güç ve asabiyetin ortak gayretiyle ortaya çıkar Devlet, varlığın tacıdır.

İkinci aşamada, asabiyetin elinde olan gücün şahsileşmesi süreci başlar. Bu süreç, iktidarın tek bir kişinin veya ailesinin elinde toplanmasıyla sonuçlanır.

Üçüncü aşama, sağlanan siyasî, istikrarla birlikte elde edilen imkanlardan faydalanma dönemidir. Devletin kemâle erdiği devirdir.

Dördüncü aşama, istikrarın sadece ulaşılması gereken bir durum değil, olması gereken ve yegâne doğru olan durum olarak anlaşılmasıyla alakalıdır. Bu dönemde iktidarın amacı mevcudu muhafaza etmektir. Devletin mümkün mertebe çatışmadan uzak, barış içinde yönetmek ana gayedir.

Beşinci ve son aşama, iktidarı elinde bulunduranın onu keyfî bir şekilde kullanması aşamasıdır. Bu aşamada artık iktidar, kendini mümkün kılan dayanaklardan tamamen habersiz, kendisinin vazgeçilmez ve zorunlu olduğu yanılgısı içerisinde, kısa vadeli çıkarlarını düşünerek mevcut durumdan azami ölçüde istifade etmeyi bir ahlakî ilke haline getirir. Bu durum devletin ihtiyarlık aşamasına geldiğini gösterir. Bu aşamada artık ne iktidarı ayakta tutan bir güç ne de bunu farkında olan bir yönetici mevcuttur. İktidarı sağlayan güç (asabiyet) tesirsiz hale gelmiştir, dolayısıyla yok olmuştur. Herkes mümkün mertebe gününü gün edip mevcuttan azami ölçüde istifade etmeyi amaç haline getirmiştir. Mevcut ise sınırlı bir grup tarafından yıkılıp yeniden inşa edilir veya dışarıdan gelen güçlü bir devlet tarafından yıkılıp yeniden inşa edilir veya dışarıdan gelen güçlü bir devlet tarafından yıkılarak tarihî bir faktör olmaktan çıkar.

Bütün bunlar zorunlu olarak gerçekleşen süreçlerdir. Bu süreçlerin gerçekleşmesini hiç kimse engelleyemez. Bu süreçler, sadece Allah'ın bâki olduğu kuralının bir tezahürüdür.

Kur'an'a göre, toplumsal çöküntü, nihai tahlilde, sorumluluğunun bilincinde olmayan bir toplumda başgösteren iktisadî, siyasî ve ahlakî bir çöküntüdür. Yani fesadın kaynağı insanın yapıp etmeleridir.

Balık baştan kokmuştur. Allah bir ülkeyi helak etmek istediğinde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşlarına iyilikler emrettiği halde onlar kötülük işlerler. Böylece o ülke helake müstehak olur. Neticede o memleket halkı darmadağın edilir; oldukları yere mıhlanır.

İnsanoğlunun geçmişi tahminen bir milyon yıl kadar öncesine dayanır. Kabile denilen ilk siyasî birliğin devleti, dindir. Tarihte ilk devleti kuran Sümerler'in siyasî şefleri başrahipleriydi. Tarihin bir çok dönemlerinde siyasî iktidarı temsil eden liderler, maddi gücünü ekonomiyi temsil eden sermaye çevrelerinden (para babalarından), manevî gücünü de dini temsil eden din adamlarından almıştır.

Devleti; siyaset, sermaye ve din üzerine bina edilmiştir. Mesela; Hz. Musa AS. döneminde Firavnlar devleti böyle yönetmişlerdir. Devlet sisteminin portresi üç kişinin vesikalık fotoğrafından oluşmaktadır.

Firavn... Hâman.... ve Karun...

A. Birinci fotoğraf: FİRAVN

Kibirli, suratsız, kötü yürekli kimse.

1. Kimliği: Eski Mısır'da Amalika krallarının ünvanı (sembol), siyaset iktidar sahibi.

2. Kişiliği: Büyüklük taslayan, böbürlenen, ilahlık iddiasında bulunacak kadar kendini beğenen, Hz. Musa As. ve getirdiği şeriatın karşısında yer alan Batıl Davanın mümessili, sakalıyla insanları aldatan bir hükümdar.

Musa As'ın tanrısına (güya) ulaşmak için kuleler (piramit) yaptıracak kadar taşkınlık gösteren, halkını küçümseyip zayıfları ezen bir zalim, gerçeklere sırt çeviren bir kral, tesis ettiği küfür ve şirk sistemine nice mazlum insanları kurban eden bir katil, kazıklı bir voyvoda. Musa AS.ve mü'minleri öldürme planları kuran azılı bir kafir...

3. Akıbeti: Allah'ın elçisini dinlememesi, ona karşı gelmesi sebebiyle Firavn ve ahalisi yıllarca kıtlık ve ürün azlığı ile imtihan edilmiş, üzerlerine tufan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve KAN göndermiştir. İşkence kan ve gözyaşı döken köleleriyle yükselttikleri piramitler, ehram sarayları ve kuleler yıkılmış, Firavn ve beraberindekiler denizde boğulmuştur. Firavn boğulmak üzere iken iman etmiş fakat imanı kabul edilmemiştir. Onun cesedi daha sonra gelen milletlere bir ibret olmak üzere saklanmıştır. Kızıl denizdeki mumyalı leşine köpek balıkları bile dokunmamıştır. Tarihte II. Ramses olarak bilinen Firavn'un cesedi yapılan bir deniz araştırma çalışması sonunda secde eder vaziyette bulunmuş, Kızıldeniz de bulunan bu mumyalı ceset British Museum'da aleme ibret olsun diye muhafaza edilmektedir.

Ne intikam-ı ilâhi,

ne sermedi hüsran.

Gelen geçenlere ibret,

yatar sefil, uryan.

Soyulmadık eti kalmış,

bilinmiyor kefeni.

Açıkta mumyası hâlâ,

dağılmayan bedeni.

B. İkinci fotoğraf: HAMAN

1. Kimliği: Firavn iktidarının dini temsilcisi. Firavn sülalesinden bir Kıpti.

2. Kişiliği: Firavn sarayının bir yetkilisi, Firavn'ın veziri. Amon kültünün baş rahibi. İki tahıl ambarının gözcüsü. Bütün orduların başkumandanı. Piramitlerin yapımında taş ocaklarının şefi.

Halka verdiği yalan-yanlış vaaz ve fetvalarla Firavn iktidarını ayakta tutan bir zâlim. Firavn'ın sağ kolu, değneği. Şeytanın parasız askeri.

Firavn iktidarından istifade edip dini istismar eden bir köstebek. Firavn yönetimine halkın görüntülerini anında ileten KFR kanalına ayarlı bir çanak anten. İstismar ettiği Tevrat'ın ayetlerini ve Hz. Musa AS.'ın şeriatını çok iyi bildiği halde dinini dünyasına değişen, bir zavallı, özel ismiyle Bel'am. b. Baura (Zahmet-ullâhi Aleyhim) (!)

3. Akıbeti: Hüsran... Kızıldeniz'de Firavn ve askerleri ile birlikte hendek mekan dahi olamamış deniz dalgalarında boğularak cehenneme kütük olmuştur. Firavn'ın bir an Hz. Musa'nın tebliğ ve davetine "Evet" diyeceği sırada onun hidayetine dahi engel olan Haman, ucuza sattığı Allah'ın ayetlerini, canıyla ve imanıyla ödemiştir. Resmi, hezimete mahsustur.

C. Üçüncü fotoğraf: KARUN

1. Kimliği: Hz. Musa AS.'ın kavminden birisi. İsrailoğullarından ve Hz. Musa AS.'ın amcazadesi, Firavn iktidarının sol ayağı.

2. Kişiliği: Firavn yönetiminde ekonomik (malî) baskı ve vurgunculukta alemdir. (Ünvan) ihtikarcı, çıkarcı, vurguncu bir kapitalist. Sömürü düzeninin baş mimarı. Önceden Hz. Musa'nın davet ve tebliğ ettiği dine mensup olduğu halde zenginliğin verdiği şımarıklıkla isyan ve inkarı tercih eden bir münafık. Tevrat'ın ayetlerini en güzel okuyan ve bilen birisi olmasına rağmen Hz. Musa AS.'a ihanet eden bir baği (azgın). Öyle ki varlığına güvenip Hz. Musa AS'a göndermeyi planladığı bir rakkase (veya ferrace) ile ona komplo düzenleyip halkın gözünden düşürmeye çalışan mafya babası bir alçak. Sermaye (servet) çete, güç - medya alanında varlığıyla Firavn iktidarını ayakta tutan maddi gücün kaynağı. Kimya ve ticaret ilimlerine vâkıf sözde bir ilim adamı.

3. Akibeti: Hüsran... Ahireti berbad... Firavn inkar ve inadıyla anılmakta Karun ise zenginliği ve malıyla bilinmektedir.

Karun gibi malın olsa ne fayda (!)

*

Yürü Musa, eline ver sakalın

Yed-i beyza'ya döndersin cemalin

* Musa kelimesi özel bir isim olmakla birlikte "ustura" anlamındadır. Sonunda Firavn iktidarın kökünü kazımıştır. Siz usturanın ağzına değil; onu tutan berberin eline bakın.

Bundan sonrasını gelin birlikte sözlerin en güzeli Allah kelamından dinleyelim.

Kasas/76-77: Karun, Musa As'ın kavmindendi. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki; anahtarlarını taşımak bile güçlü-kuvvetli bir cemaate ağır geliyordu. O vakit kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah'ın sana verdiğinden (onun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet. Ama dünyadan da nasibini unutma. (Dünyadan nasibten maksat kefendir. Bir kefen alma telaşı ile yokluk çölünden varlık pazarına birkaç çıplak gelmiştir. Bunlardan birisi de Karun'dur. Ne demişti Aşık Yunus:

"Ana karnından geldik pazara

Bir kefen aldık döndük mezara."

Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sen de insanlara iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arama. (arzulama) Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.

Kasas/78: Karun dedi ki: "Bu servet bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verilmiştir." (O madem ki âlimdi) kendisinden evvelki nesillerden kuvvetçe (mal ve mülk yönünden) ondan daha üstün, cemiyetçe (sayıca) daha çok tarafları olan kimseleri Allah'ın gerçekten helak ettiğini bilmiyor muydu? Biliyordu ki nitekim onlardan herbirini günahları sebebiyle suçüstü yakaladık. Kiminin üstüne (Lût kavmine) taşlar savuran rüzgarlar gönderdik. Kimini (Medyen halkı ve Semud kavmini) korkunç bir ses (çığlık- sayha) yakaladı. Kimini (Karun gibi) yerin dibine geçirdik. Kimini de (Nuh. AS kavmini) suda boğduk. (Böyle yapmakla aslında) Allah onlara zulüm etmiyordu. Fakat onlar bizzat kendilerine zulüm (yazık) ediyorlardı (Ankebut/40).

Günahkarlardan günahları sorulmaz. (Yani filan suçu, günahı işleyen kimdir? diye araştırmak gerekmez. Zira Allah tarafından bilinmektedir. Mücrimler zaten yüzlerinden bilinir ve derhal yaka-paça tutulurlar.)

Kasas/79: Derken Karun ihtişamı (zinet ve debdebesi) içinde kavminin karşısında çıktı. Dünya hayatını arzu edenler. "Ne olurdu (Keşke) Karun'a verilen servet gibi bizim de (malımız) olsaydı. Doğrusu o şanlı (büyük nasip ve devlet sahibi) dediler. "

Kasas/80: Kendilerine ilim verilenler (sevap ve ikabı, dünyanın fani ahiretin baki olduğunu bilen mü'minler şöyle dediler: "Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükafaatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir. (Taat ve ibadet, bela ve musibete tahammül edenler, şehvet ve dünya zinetine kapılmayanlar, ganimet sevdası ile er meydanını terketmeyip mazgal kulesinde, nöbetine devam eden murabıtlar ile Cenab-ı Hakk'ın az veya çok taksimine razı olanlar erişebilir.)"

Kasas/81: Nihayet biz onu da (Karun’u) sarayını da (köşkünü) yerin dibine geçirdik. Artık, Allah'a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. (Zaten de olamazdı)

(Zira Allah'tan başka dostlar edinenlerin (putperest cahillerin, Allah ve Rasülüne harp açmış beyinsizlerin, Allah'a dinine ve taraftarlarına iftira eden zavallı kavimlerin) durumu örümceğin durumu gibidir. Halbuki evlerin en çürüğü şüphesiz kendine evcik yapan örümceğin yuvasıdır. Keşke bilselerdi. (Ankebut- 41)

Kasas- 82= Dün onun makam ve mevkiini temenni edenler (yıkımı görünce) sabahleyin diyorlardı ki; "Vay be. Demek ki Allah, kullarından kimi dilerse onun rızkını yayıyor (genişletiyor yahut) daraltıyor. Allah bize lutfetmeseydi bizi de muhakkak batırırdı (yerin dibine geçirirdi) Vay be... Demek ki; inkarcılar, iflah olmazmış!" demeye başladılar.

Kasas/83: İşte ahiret yurdu (cennet)! Bize onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulayan kimselere veririz. En güzel akibet (sonuç) takva sahiplerinindir. (Allah'ın ikab ve cezasından sakınan, onun azabından korkanlardır)

(Biz) Karun'u Firavn'ı ve Haman'ı da helak ettik.

(Sıralamaya dikkatinizi çekerim) İlk deprem ekonomi alanında. İkinci çöküşü siyasal iktidar, üçüncü yıkımı dini otorite yaşamaktadır. Bir milletin kaybedeceği en son değeri din duygusudur. Din demek güven demektir. Güvensizliğin hakim olduğu bir ülke ya da devlet hasta adamdır. Öyle devletin ömrü, kendi yaş gününde ülke haritası gibi hazırlanmış yaş pastaları kesmekle, yaş kütüklerine (yaş tahtaya) çivi çakmakla, örs üzerinde demir döğmekle (havanda su döğer gibi) uzamaz hemşerim.

Tacının ve tahtının geleceğini, gördüğü bir rüya üzerine tehlikeli bulan Amalika'nın Firavn'ları o dönem de erkek çocuklarını öldürüp kız çocuklarını da cinsel arzularını tatmin için sağ bırakıyorlardı. Fotoğraflar değişti ama dünya siyasetinde sistem değişmedi. Bu gün de Amerika'nın firavnları kurmaya çalıştıkları Yeni Dünya Düzeni uğruna erkek gibi düşünen beyinleri iğdiş etmiyorlar mı?

Nâsirûddin et-Tûsi'ye göre; devletin önem vermesi gereken nesnelerden birisi kalem diğeri kılıçtır. Yani ilim ve ordu. İlim, kaleme döküldüğü zaman maddî bir güç oluşur. Âlimin mürekkebinin şehidin kanından üstün olmasının sebebi, mücahidi savaşta şehid mertebesine ulaştıran bilgidir. Cennetin kılıçların gölgesinde olması da çok önemlidir. Ordu bir milletin gözbebeğidir. Bir ülkeye yapılacak en büyük ihanet o ülkenin âlimleri ile askerlerini karşı karşıya getirmek ve onları birbirine kırdırmaktır.

Siyasal iktidarını müstevlilerin sinsi emelleri ile tevhid edenler ava giderken av tüfeği ile beraberinde avcı köpeği (tazı), kafes içinde öten bir keklik, naylon ördek maketi götürerek devletin rutin işlerin dışına çıkmasına sebep olmuşlardır. Solucanlar mideye ulaşmış, beyindeki habis korku uru Nemrud'un beyninde büyüyen sinek gibi olmuştur. Karga leşin önce gözünü yermiş. "Göz" dedimi karganın ağzı sulanırmış; canı çıkarmış. Medya bizim gözümüzü kör, kulağımızı sağır etmiştir. Kalbimiz kararmış gönlümüz daralmıştır. Ailemizi yıkmış, çocuklarımızı elimizden almış, toplumu baştan çıkarmıştır. Şairin diliyle (NFK).

* Bir şey koptu benden, her şeyi tutan bir şey (!)

Benim adım Bay Necip Babamın ki Fazıl Bey.

* Utanırdı burnunu göstermekten süt ninem

Kızının gösterdiği kefen bezine mahrem.

“Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, bağımsızlıktan, yoksun bir millet, uygar toplumlar karşısında uşaklıktan yüksek bir değere layık olamaz.” (Söylev'den)

Bir kısım medya ile birleşen Mafya ülkenin gündemini tayin edecek olaylara çanaklık yapmıştır. Devletin organlarından yasama; medya ve mafya aleyhine kanun yapamaz olmuş. Yürütme; yeraltı dünyasının ünlülerini derdest edip pişmanlık yasası ve üzerinde durulan af kanunu ile aklama peşinde; yargı da, terazisindeki vicdan-ile- cüzdan arasındaki arızayı gidermekle meşgul ve yargıç tokmağı devamlı kendisini bir türlü ifade edemeyen mazlumların üzerine şakır şakır inmektedir.

“Habibim görmedin mi? Rabbin ne yaptı Ad kavmine, direkleri (yüksek binaları) olan ülkelerde benzeri yaratılmamış İrem Şehrine o vadide (Kapadokya - Göreme Vadisi olabilir) kayaları yontan Semud kavmine, kazıklar (çadırlar ve ordular) sahibi Firavn'a ki; onların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler. Oralarda kötülüğü çoğalttılar. Bu yüzden Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı. Çünkü Rabbin her an gözetlemededir.” (Fecr/6-14)

Bazı müfessirlere göre Firavn, yere dört kazık çaktırır, işkence edeceği kimseleri ellerinden ve ayaklarından bu kazıklara bağlatır o şekilde işkence ederek öldürürmüş, onun için kendisine Zül-evtad (kazıklar sahibi) denilmiştir. Osmanlı dönemindeki kazıklı voyvoda ve Hizbul vahşet'e ait domuz bağı ile öldürme şekilleri aramızda hâlâ Firavn'un torunlarının devam ettiğini göstermektedir. Sakın korkup telaşlanmayın. Firavn Musa'sız olmaz.

Allah'tan bir an ümidini kesen (unutan) Yusuf a.s. da; zindan arkadaşı kodesten çıktıktan sonra kendisini hükümdarın yanında anmasını istemiş ve cezası on iki yıla çıkmıştı. Buna rağmen sonuçta Mısır'a Sultan olmuştu. Özünde iffet, adalet, hikmet ve şecaat bulunan faziletli insanlar mücadele edeceği kişilere kavuşmadan geçeceği nehirden bir avuçtan fazla su içmemelidirler. Aksi takdirde zenginliğe meyledenler Çankaya Savaşı'nı da Demokrasi mücadelesini de iktidar kavgasını da kaybedeceklerdir.

Allah bir kişinin diline (lisanına) şifa vermemişse davet ve tebliğ adına söylediği sözler muhatabına vurulmuş bir ceviz sırığı gibi olur. Cevizi indirir belki ama ağacın da dalını budağını kırar, yapraklarını da gazel gibi dibine döker.

Allah lisanımıza şifa versin... (Amin)

Bu arada unutacaktım az kalsın. Çeçenistan'da Ruslara karşı amansız savaşan Kafkas Kartallarına Cenab-ı Haktan zaferler ihsan etmesini temenni ediyorum. Kurban bayramınızı gönülden tebrik ediyorum.

Bana ne yazdan bahardan

Bana ne borandan kardan

Aşağıdan yukarıdan

Yolun sonu görünüyor.

Bu dünyanın direği yok.

Merhameti yüreği yük.

Kılavuzun gereği yok.

Yolun sonu görünüyor.

(Aşık Veysel)

 

KAYNAKLAR

1- T.D.V. İslam Ansiklobedisi (9-13-15-19 ve 20.ci ciltler)

- Devlet, İbn-i Haldun, Firavn ve Haman maddeleri .

2- Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali Komisyon TDV. Yay. Ankara 1993

3- Kur'an-ı Hakim ve Meali Kerim H. Basri Çantay İstanbul. 1976

4- Hak Din Kur'an Dili Elmalı M. Hamdi YAZIR, Feza Yay. Komisyon İSTANBUL

5-Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Prof. Dr. Ahmet Mumcu Eskişehir 1998

6- Dinler Tarihi, Doç. Dr. Baki Adam Eskişehir 1999

7- Dine Yeni Yaklaşımlar, Doç. Dr. İlhami Güler, Eskişehir 1999

8- Ana Konularıyla Kur'an Prof. Dr. Mehmet Aydın, Doç. Dr. Ömer Dumlu Eskişehir 1999

9- Emanet ve Ehliyet, Yusuf Kerimoğlu, İstanbul 1998