Oğuz Kağan’ın emanetini anlamak…

Ve Atilla ile Tanrı’nın kırbacı olmak…

Kürşat ile bir kez daha devlete temel atmak…

Yani Türk Devlet geleneğini hatırlamak; yarınlara ait Devlet-i Ebed Müddet idealini yaşamak/yaşatmak…

İşte bu gayeyi yeniden diriltmek için tarih sahnesinin devlet temelli mücadelesine bir göz atmak gerekiyor.

​Oğuz Kağan’ın emaneti elden ele Başbuğlardan başbuğlara ulaştırılırken, Göktürkler Ötüken yaylalarında temelini atarken ülkülerimizin, Satuk Buğra Han ile Cundullah olma yolunda bir başlangıç mefkuresi sahneleniyordu Karahanlıların şahsında…

Ve tarih bir medeniyeti daha inşa ediyordu Gazneli ile Selçuklu ile Türk Ülküsü diye…

Nihayet, Malazgirt ovasında beyaz atının kuyruğunu bağlayarak ordusunun başındaki şu konuşma, o ülküyü anlatan bir tarihi vesikaydı Alparslan’ın şahsında Türk milleti adına:

“Kumandanlarım, askerlerim!

Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar daha fazla bekleyemeyiz. Bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım ya şehit olur Cennet’e giderim.

Beni takip etmek isteyenler arkamdan gelsin. Takip etmek istemeyenler diledikleri yere gitsinler!

Bugün burada emir veren bir Sultan yok! Emredilen bir asker de yok! Bugün ben sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan bir gaziyim.

Peşimden gelen ve nefislerini yüce Allah’a adayanlardan şehit olanlar Cennet’e, sağ kalanlar ise ganimete kavuşacaklardır. Ayrılanları ahirette ateş, dünyada rezillik beklemektedir!

Ey Askerlerim!

Eğer şehit olursam, bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır.

Ey Allahım! Niyetim hâlistir bana yardım et. Sözlerimde hilâf varsa beni kahret!”

İşte onun için Erol Güngör, Tarihte Türkler, kitabındaki “Bütün İslam dünyası Alpaslan’ın Malazgirt’te kazandığı zafer için Allah’a ne kadar şükretse azdır.” diyerek hakkın teslim ediyordu o büyük Türk medeniyetinin...

Günümüzde ise Hüseyin Nihal Atsız’ın Türk Tarihinde Meseleler’de ifade ettiği gibi “Türk tarihi aralıksız bir bütündür” şuuruna ihtiyaç olduğu aşikârdır. Bu tarihi mirasın günümüzdeki takipçisi Türk milliyetçileri o milli şuuru hissetmeli, yaşamalı ve yaşatmalıdır. Buna mecburdur. Medeniyetler inşa ederek büyük ülkülere talip olanlar; gündelik telaşeler ve siyasi kaoslar içinde kaybolup gidemezler.

“Anadolu’nun dağlarında, ovalarında bir Eyyüp Peygamber sabrı ile dolaşan, çalışan, kahırkeş, çilekeş” insanımızı bu kutlu davaya davet edeceksek ve yine “Anadolu yaylasında kopan bir fırtına bütün Dünya’yı tesir altına alabilir.” diyorsak biz yeniden asl-i cevherimizi keşfedip hayatımızı ona göre şekillendirmeliyiz. Üstelik tarihin derinliklerinden günümüze kadar, pek çok bedel ödenerek bugünlere getirilen Türk milliyetçiliği ideolojisi bu tarihi dokuyu devletleştirmekle mükelleftir.

Herkesin taşıdığı sorumluluğu doğru idrak etmesi, Sultan Alparslan’ın “Size öyle bir vatan aldım ki; ebediyen sizin olacaktır.” Diyerek emanet ettiği bu topraklar daha nice bin yıllar bu coğrafyanın Türk devleti olması için mücadele etmeyi gerekli kılmaktadır.

Evet! “Varlığım Türk varlığına armağan olsun.” dediğimiz günden beri, hakikat olması için mücadele ettiğimiz hayallerimiz var devletimiz, milletimiz, vatanımız namına…

Bu hayaller hakikat olmalıdır.

Çünkü Dündar Taşer’in “Şu açıktır ki, Tuna'dan Yemen'e, Cezayir'den Basra'ya kadar uzanan sahada sükûnu ve huzuru temin eden bir kavmin ve idarenin yokluğu kendisini hissettirmektedir.” Tespiti gibi Türklüğün yükselmesi, Turan’dan kadim coğrafyamıza adaletin hakim olması demektir.

 Ve unutmayalım ki Ali Metin Tokdemir bizi bekleyenlerden bahseder:

“Bahçesaray’da, Akmescid’de, Urumçi’de, Taşkent’te, Buhara’da, Semerkant’ta, Tebriz’de, Kerkük’ te, Musul’da Muazzam-ı Şerif’te, Batı Trakya’da, Dobruca’da, Üsküp’te hürriyetle aşina olacak olan soydaşlarımızın, minareleri yıkılmış camilerde okuyacakları şükür duaları” vardı ve o günleri mutlaka göreceğiz. / PARS

Editör: Haber Merkezi