Mahzen-Ül Ulûmda ilimlerin menşei insan fikrine dayandırılır. Ma’lüm olduğu üzere insan, his, hareket, gıdâ ve sâir zarûrî ihtiyaçları bakımından, diğer hayvanlar ile müşterek olduğu halde, sahip bulunduğu fikir ve idrâk ile diğer hayvanlardan mümtazdır.

Necip Fazıl’ın yukarıdaki sözlere nisbeten söylediği; İnsan başını hayvan başından ayıran tek hasse, mücerret fikirdir. Buradan hareketle Mahzen-Ül Ulûmda ilimlerin menşei insan merkezli olarak ele alınmıştır. Zira insanı diğer mahlukattan ayıran en hususi farkı fikre mu-hatap olmasıdır. Hayvanların hepsi, insana o fikir cevheri sayesinde itaat edip, emrine girer. İnsanoğlu bu sebeble diğer mahlukatın pek çoğundan üstün ve faziletlidir. Bu ifadelerden ha-reketle Mahzen-Ül Ulûm eserinde ilimlerin ve sanatların menşei, insana dayandırılır.

İnsanı ilimlerin ve sanatın kaynağı yapan fikir mefhumu ise Mahzen-Ül Ulûmda şu sözlerle izah edilir: “Fikir, öyle bir mutlak idraktir ki, o idrak, ona sahip olanın eşyayı his ve şuu-rundan (anlamasından) ibarettir. Buradaki “mutlak idrak” tabiri müellifin beyanında oldu-ğu üzere, bütün varlıklardan olan, hayvanlarda, bitkilerde ve cansız varlıklarda mevcut olma-yan şeydir.

Allahü teâlâ, hayvanlarda his ve idrak için beş adet hassâ-i zâhire (beş duyu organı) yaratmış-tır. Faideli şeyleri elde etmek ve zararlı şeylerden uzak durmak yolunu, bu hassaların kulla-nılması tayin buyurmuştur. Havâss-ı zahire (beş duyu organı) Mahzen-Ül Ulûmda şöyle anla-tılmaktadır:

Havâss-ı zahire (beş duyu organı), semi’ (işitmek), basar (görmek), şemm (koklamak), zevk (tatmak), lems (dokunmak), hâssalarından ibarettir. Hiss-i semi’ (işitme duygusu) ile ses ve sedâlar işitilir. Hiss-i basar (görme duyusu) ile eşyâ görülür. Hiss-i şemm (koklama duyusu) ile kokular his edilir. Hiss-i zevk ile (tadma duyusu) ile yiyecek ve içeceklerin tatlılığı ve acı-lığı gibi özellikleri bilinir. Hiss-i lems (dokunma duyusu) ile de eşyanın sıcaklık ve soğukluk [yumuşaklık ve sertlik] gibi halleri his edilir.

***

Hayvanlara his ve idrak için yukarıdaki belirtilen beş adet hassâ-i zâhire verilmiştir. Burada bir parantez içinde söyleyelim ki, materyalist aklın putlaştırdığı beş duyu organı, aynı zaman-da hayvanlarada verilmiştir. Hayatı bu kadar sığ ve idraksiz izaha kalkışan Batı adamı, gözün görmediğine, kulağın duymadığına itimat etmeyecek kadar maddeci bir alt yapıya sahiptir. Elbette zahir reddedilmez, fakat bütün itimat merkezini beş duyu organına hapsetmek mana-nın muhteviyatının ırzına geçmekten başka ne ile ifade edilebilir.

***

Hayvanlara his ve idrak için lütfedilen hassâ-i zâhire, insanada verilmiştir. Lakin insanı hay-vandan tefrik edecek olan, beş duyu organından farklı olarak beş his organı daha verilmiştir. Bu görünmeyen beş his organı Mahzen-Ül Ulûmda şöyle belirtilmektedir;

İnsanın havâss-ı zahiresinden (görünen his organlarından) başka dimâgında beş aded kuvve-i bâtınası (görünmiyen beş his organı) da vardır. Çünki, insan kendi zahir bedeninde yerleşdi-rilmiş ve mevcûd his uzuvlarıyla idrak ettiği halleri, bâtınî kuvvetlerine teslîm edip, bildirip, bâtınî idrâkleri vasıtasıyla eşyânın hakikatini tanıma marifetini elde eder.

Ülemâ-i muhakkıkîne [hakikati çıkaran alimlere] ve hükemaya göre, insanın nefsi ve rûhu, madde olmayan ve kemâlâtı elde etmekte bedene ve bedende bulunan âlât-ı hissiyyeye [his

organlarına], muhtaç olan rûhani varlıktır. [Nefs ve rûh ayrı ayrı varlıklardır. Nefs, bütün kötülüklerin menşe’idir.]

***

Ruh ferman sahibi bir sultan derecesinde olup, beden bu sultanın memleketi gibidir. Bu mem-leketin a’yan ve erkânı Havâss-ı zâhire yani görünen his organlarıdır. Görünmeyen his organ-ları ise (Havâss-ı bâtına) o sultanın yakınları gibidir. Sultan misali olan rûh, a’yan ve erkanı güzel bir şekilde kullanarak, dünya ve ahirete dair işlerini yürütüp, dünya ve ahiret saadetine nail olur.

***

His ve idrakin görünmeyen cehdi olan Havâss-ı bâtına, tamamı mahrûtî (elips) şeklinde olan dimâgda bulunur. Mahzen-Ül Ulûmda başın uzunlaması olan kısmında üç adet boş yerin ol-duğu belirtilmektedir Bu yerlere butûn-ı dimâg denir. Butûn-ı dimâg denilen umumi sahanın içinde olan üç adet boş yer aşağıda izah edilecektir.

Batn-ı evvel: Başın en üst tarafında olup, diğer batınların en büyüğü ve en genişidir.

Batn-ı sâni: Batn-ı evvel ile batn-ı sâlisin [birinci batn ile üçüncü batnın] arasında dehlîz [iki kapı arasında olan mahâl] gibi ortadadır. Birinci ve üçüncü batndan dahâ dardır.

Batn-ı sâlis: Başın en aşağı tarafında olup, birinci batndan daha küçüktür.

Bu üç batnın her biri de ayrıca üç tabaka olup, birinci tabakaya, “mukaddime”, ikinci taba-kaya “mutavassıt”, üçüncü tabakaya “muahhar” denir.

Burada his ve idrak, batn-ı evvelde mukaddime ediliyor. Yani his ve idrak mukaddimeyle karşılanıyor, sonra mutavassıtla beraber hissin ve idrakin hususiyetleri, bir nevi diyalektiği inşâ ediliyor. Mukaddimeyle beraber karşılanan his ve idrak, mutavassıtla inşâ sürecini başla-tıyor, daha sonra ise, muahhar tabakasıyla inşâ edilen his ve idrak hazmediliyor, yani sonuç olarak insanın ruhi ve bedeni dünyası oluşarak karakter meydana geliyor.