Beğeni ve beğenilme iki yakalı bir haz alışverişi mi? Yoksa sosyal bir gereksinim ya da erdem yetkinliği mi diye düşündüğüm olur. Bunun bir ölçüsü olmalı mı? Uygarlığın gelişimiyle beğeni arasında bir ilişki var mı? Soruları takılır aklıma. Kuşkusuz beğenilme her yaşta, her konumda, her insanda var olan içsel bir arzu, özgüveni besleyen bir kaynaktır. Yaşadığımız toplum ve çevrede ilgi görmek, saygınlık kazanmak önemli ve yaşamsal bir beklentimizdir. İnsanoğlu toplumsal bir varlıktır. Bağlı olduğu toplumun geliştirdiği tüm değerlerle barışık yaşamak ister. Aksi halde dışlanır, yalnızlığa itilir. Toplumda aykırı davranışlara, etik, inanç ve hukuk geçit vermez. Bu nedenlerle beğeni kazanmak için toplumun geliştirdiği değerlere uyum sağlamanın önemi yadsınamaz. Ancak bu beklenti hiçbir zaman isteğe dönüşmemeli. Yoksa ucundaki duygu yoğunluğu zedelenir.

Her şeyden önce beğeniyi hak edecek sıra dışı bir başarı ya da olgu söz konusu olmalı. Sıradanlığa indirgenen beğeniler içtenliğe gölge düşürür. Hedefinde kuşku oluşturur. Salt karşımızdakini mutlu etmek ya da ondan beklentilerimizin önünü açmak amacına dayalıysa beğenimiz, iki yakalı bir aldanışa neden olmaz mı? Gerçeğe saygısızlık ve erdem alışverişine gölge düşürmez mi? Halk arasında “Kaş yapayım derken göz çıkarmak” deyişi bu durumlar için ince bir kınama değil mi? Bir özdeyişte “İltifat marifete tabidir” deniliyor. Marifet yoksa neden iltifat olsun ki? Abartılı beğeni ifadelerinden sakınmak gerekir, bence. Ölçüyü kaçıran her şey kendine ve amacına zarar verir, düşüncesindeyim.

Beğenilerimizi hak edilen ölçülerde ifade etmek elbette bir insanlık görevidir. Kıskançlık duygularının baskısında suskun kalan beğenilerse, kişinin vicdanı üzerinde yük oluşturmaz mı? “Yiğidi öldür ama hakkını inkâr etme!” diyor bir atasözümüz. Başarıyı alkışlamak, başaranı yüreklendirir, atılım ve özgüvenini besler. Neticede uygarlığın, insanlığın hayrına olduğunu düşündüğümüz, her başarıyı ve de başaranını beğenmek, takdir etmek ve alkışlamak bir toplumsal görevdir. Unutmayalım ki uygarlık bu yetenekli, idealist insanların emekleriyle bugünkü zenginliğine ulaşmıştır.

Kısa vadeli de olsa günlük yaşamda dar çerçeveli beğenilerimiz vardır. İletişimin önünü açan, karşılıklı sevgiyi, saygıyı besleyen, yakınlıkları, dostlukları geliştirip yetkinleştiren… Çevremizde etik, inanç ve erdemden yana kendimize model seçtiğimiz, beğenip takdir ettiğimiz nice insan vardır. Bu insanlara karşı yerinde, zamanında, ölçüsünde beğenimizi ifade etmenin kime ne zararı var ki? Aksine beğeninin saklanması yerine, açığa vurulmasından yanayım. Beğeniyi hak edenin hakkını teslim ettiğimiz zaman onu yüreklendirmiş, yetkinleşmesine katkı sağlamış olacağımızı unutmayalım.

Yukarda ifade ettiğimiz gibi insan toplumsal bir varlıktır. Bağlı olduğu topluma ters düşmek istemez. Onun geliştirdiği değerleri hep öne alır. İnsan, doğasında var olan beğenilme, takdir edilme güdüsü başkaca nasıl doyum kazanır? Yaşadığımız topluma ters düşmek, dışlanıp yalnızlığa itilmek istemiyorsak, toplumsallığı oluşturan kurallara uymak zorundayız, istesek de istemesek de. Kendimizle, çevremizle barışık yaşamanın başkaca bir yolu var mı?

Kuşkusuz bu, günlük yaşamın içinde kişisel huzur ve mutluluğumuzu öne aldığımızda geçerli olan bir ilkedir. Ancak uygarlık tarihine baktığımızda, beğenilme, rahat yaşama eğiliminden çok ideallerini öne alan, yaşadığı çağın yüzlerce yıl ilerisini gören, geleceğin gerçeklerini idealist bir yaklaşımla benimseyip savunan, bu yüzden çağının kurulu düzeniyle ters düşen, yaşamları boyunca büyük eziyetler gören, idealistler için geçerli değildir, bence. Bu gibilere dönük beğeniler, takdirler gelecek toplumlara nasip olmuştur, hep. Bu yüzden ki onlar, ölümlerinden çok sonra yeniden doğup ölümsüzleşmişler; uygarlık tarihindeki hak ettikleri yeri almışlardır. İçinde yaşadıkları toplumu ve insanlığı geleceğe taşıma adına verdikleri mücadele yüzünden, kurulu düzenin çıkarcılarına ters düştükleri için aykırılıkla suçlansalar da aslında onlar, uygarlığın kahraman öncüleridir. İnsanlık onlara çok şey borçludur, kanısındayım. Hafızamızı yoklarsak bu formatta yer alan nice isimleri anımsarız. Onları tüm insanlık saygıyla, takdirle anmaktadır. Bu yüzden ölümsüzleşen, uygarlık tarihinde iz bırakmış, toplum öncüleri, önderleridir, onlar….

Genel anlamda sıradan insanların uygarlık öncüsü ve toplum kahramanı olmaları beklenemez, elbette. Dar çevrede de olsa, sevmek, sevilmek, beğenmek, beğenilmek ve de saygınlık kazanmak, her bireyin hakkıdır. Bu onun doğasında var olan ve doyum bekleyen bir kişilik gereksinimidir. Bu konuda bireyin doyuma ulaşması, kendi içinde, dışında toplum değerleriyle barışık yaşamasına bağlıdır.

Kuşkusuz beğenide mutlak bir sınırlama ve ölçü olamaz. Her bireyin farklılıkları olması doğaldır. Bu farklılıklar göreceli alanlar oluşturur, nesnelliğe geçit vermez. O nedenle ilgi, algılama, beğeni, takdir ve bunları ifade etme kişiye özgüdür, elbette. Ön yargılardan beslenen taraftarlık ve fanatik beğenilerin, takım tutmaların söz konusu beğeni ölçülerinin dışında kalması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca bu konuda duygusal değil, olduğunca nesnel olmanın gereğine inanıyorum.

Beğenilerimizi, takdirlerimizi bazen sözle birlikte alkışa da dökeriz.  Beğeniyi gerçekten hak edenlerin olgun başaklar gibi başı öne eğilir. “Alkışı, en sessiz şekilde karşılayan alkışı hak etmiş demektir,” diyor Emerson. Onlar, başarıyı hazmetmede zorlanmazlar. Sıradan başarılarıyla öğünenlerse hep küçük insanlardır. Onlar başarının yükünü taşıyamazlar, altıda kalırlar, ezilirler ve yok olurlar. Her ortamda küçük düşerler, ancak bunun ayırımına varamazlar. Bu yüzden ki, “Alkış, zayıfların amacı ve sonudur” diyor, C. C. Colton.

Diyebiliriz ki: Hak etmek, gerçekçi olmak koşuluyla insanoğlu için beğenilmek ve de beğenmek, onun doğasında var olan yaşamsal bir gereksinimdir. Bu gereksinim bireyin ruh sağlığının, mutluluğunun, öz güveninin itici gücü, kişilik gelişiminin beslenme kaynağıdır, diyebiliriz.